Yılların gazetecisi Ali Birerdinç, oğlunun baskısıyla 'Yaz baba!' adını verdiği bir kitap yazdı. Birerdinç, anılarından yola çıkarak uzun bir döneme de ışık tuttu.
Tarihin canlı tanıklarıdır gazeteciler. 'Anı bellekleri' çoğu meslekteki insanlara göre daha geniştir. Hal böyle olunca da meslekte başlarına gelen olayları bir kitapta toplarlar. Gazeteci Ali Birerdinç de bu insanlardan sadece biri. 32 yıllık meslek hayatında başından geçenleri 'Yaz baba!' adını verdiği kitapta toplamış. Kitabı okuyunca görüyorsunuz ki, memlekette hiçbir şey değişmemiş. Hatta Reha Muhtar bile...
* Ali Birerdinç kimdir? 32 yıllık bir gazeteciyim. Dünya, Günaydın, Sabah ve Star Gazetesi'nde çalıştım. Polis, adliye ve havalimanı muhabirliği yaptım. Son 15 yılımı ise yönetici olarak geçirdim.
* 'Yaz baba!' adlı kitabınızı çıkarmaya nasıl karar verdiniz? Oğlum Burak'ın baskısıyla yazdım. Aslında 10 yıl sonra bu kitabı çıkarmayı düşünüyordum. Oğlum her gün gelip gidip başımın etini yedi. 'Hadi baba artık yaz şu kitabı' dedi. Kitabın ismini de 'Yaz baba!' koydum.
* Kitabınızı okuduğumuzda Türkiye'nin o yıllardan beri değişmediğini görüyoruz. Bu nasıl olabiliyor? Türkiye'de teknoloji ve nüfus artışının dışında hiçbir şey değişmedi. İnsana verilen değer o gün nasılsa, bugün de aynı. Bundan 25 yıl önce havalimanında başıboş dolaşan sokak köpekleri yüzünden uçaklar iniş-kalkış yapamıyordu. Bugün de aynı. Köylü çeşmeden içtiği su yüzünden zehirleniyordu. Bugün de çeşme suyundan zehirlenen köylünün haberini okuyoruz. Trafik kazalarında bir azalma olmadı. Aksine artış oldu. Yani anlayacağınız memlekette değişen pek bir şey yok.
* Peki gazetecilikte ne değişti? Çok şey değişti. Bir kere teknolojinin her türlü nimetlerinden faydalanıyor gazeteciler. O dönemde telefoto ile yarım saatte bir kare fotoğraf geçiliyordu. Şimdi dijital fotoğraf makineleri çıktı. Dünyanın neresinde olursan ol üç-beş dakika sonra fotoğraf gazetenin servisine düşüyor. Baskı makineleri değişti. Tipo baskıdan ofset baskıya geçildi. Cep telefonu çıktı. Biz eskiden radyodan bozma bir makineyi telsiz yapmıştık. Polis telsizini onunla dinlemeye çalışıyorduk. Gazeteciliği kellemiz koltuğumuzda yaptık.
* Eskiden habercilik daha mı değerliydi? Şimdi masa başı haber yapılıyor gibi Doğru. Bizim zamanımızda haber atlatmak çok önemliydi. Herkes birbirine haber atlatıp dururdu. Gazeteleri farklı kılan o gün yaptıkları özel haberlerdi. Şimdi gazetelerin birçoğu ajans mantığı ile çıkıyor. Farklı bir haber göremiyorsunuz. Bu durum gazetecilik mesleği için tehlikeli. Rekabet biraz ortadan kalktı gibi.
* Gazetelerin güven sorunu var mı? Şapkayı önümüze koyup düşünmek lazım. Çünkü gazetecilik son derece saygın bir meslek. Yalan dolan yapılmış haberleri sayfalara koymamak gerekiyor. Gazeteler güvenilirliğini yitirmemeli. Gazeteleri ayakta tutan okuyucuya verdiği güvendir. Gazeteciler siyasi bir tavır içinde olmamalı. Bağımsız bir görüşe sahip olmalılar. Yeni nesil gazetecilere ben daha çok güveniyorum. Onlar atak yapacaklar. Bunun için Amerika'yı yeniden keşfetmenin anlamı yok. Geçmiş dönemde yapılan gazeteciliğe baksınlar ders çıkarsınlar.
* Kitapta askeri ihtilal döneminde yaşadığınız bir olaydan bahsetmişsiniz. İhtilal dönemi sizi nasıl etkiledi? Askeri ihtilal beklenen bir şeydi. Kimse için sürpriz olmadı. Çünkü bir sürü gariplikler oluyordu. Köy kahvesi taranıyor, 16 kişi ölüyor. Ama gazetelerde tek sütün haber olarak giriyor. Bir sabah kalktığımızda ihtilal olmuş.
* Askeri ihtilali neden alkışladı bu millet? Çünkü alkışlanması için hazırlanmış bir ihtilaldi. Bir program uygulandı. O programın sonunda da ihtilal yapıldı. İnsanlar çatıştırıldı, nefret tohumları serpildi. Sonra bu çatışmaların durdurulması istendi. Ondan sonra bir dönemin genç nesli pırasa gibi doğrandı.
* Kitabınızda gazeteci Reha Muhtar ile ilgili bir anınız da var... O günden bugüne ülke değişmediği gibi bizim Reha da değişmedi. Bulgaristan'da yaşayan Türkler soykırıma uğradı. Bulgar zulmünden kaçan bir grup Türk ailesi Yunanistan'a kaçıp sığınmıştı. Türk ve Yunan devletlerinin yaptıkları temas sonucu o insanlar Türkiye'ye iade edildi. Meğerse Yunanistan'dan kalkan uçakta Reha Muhtar varmış. Uçak havalimanına iner inmez, soydaşlarımız ellerindeki Türk bayrakları ile eğilip toprağı öpüyorlardı. Bu arada biz de gazeteci olarak fotoğraf çekiyorduk. Bir de ne görsek iyi! Reha Muhtar da yere kapanmış, soydaşlarımız ile birlikte toprağı öpüyor. O sırada gazeteciler arasında bir arbede çıktı. Reha Muhtar'ı fotoğraf karesinin dışına attık.