Dört çocuktular, hayatın uzun yolculuğunda dört yumruk. Dört mevsim umut. Tek odalı küçük evlerden çıkan, dört aslan yürek. İşçilerin görkemli gösterileri vardı o yıllar. Gençlik şarkıları. Karartma geceleri, kontroller ve bütün baskılara rağmen gülümseyen yüzler. Ve inadına yaşamak şarkıları söyleyen, dört kişilik hayat orkestrası...
***
Dört çocuktular, dört namuslu karınca. Ülkesini seven dört yürekli asker. İşçi evlerine de güneş doğacak zannettiler. Grevlere gözcülük yaptılar, halay çektiler işçilerle. Birbirlerinin kollarında vuruldular, yorulmadılar yaşamaktan. İşçiler kendilerini satmayacak zannettiler.
***
Dört çocuktular, patlayan dört tomurcuk. Dere kenarlarında pusuya düşürülen dört küçük ceylan! Başkalarına uyandılar her sabah. Kanatlarına umut doldurdular kuşların. Puştların uykularını kaçırdılar. Onur kavgaları verdiler, namussuz düzenin padişahlarına karşı! Kasten yoksul bırakılan bir toplumu, uyandıracaklarını sandılar.
***
Dört çocuktular, dört yangın yürek. Dört yanmış sigara... Ucuz tükenmez kalemlerle yazdılar kaderlerini. Gövdelerini kızgın demirle dağladılar, ağlamadılar arkalarından. Nasılsa ölüme sevdalıydı hepsi de, altın bir tepside kellelerini sundular acımasız düzene.
***
Geçmişin yasaklıları, bugünün televizyon pasaklılarına yem edilmiştir. Namuslu türküleri, televizyonlardaki pespaye kadınların şarkıları susturmuştur. Devrimcilikde,yattığıyerdenkalkamayankadınlarakalmıştır.
***
Canlarını ülkeye armağan edenlere bu ülke, dün de bir şey vermedi, bugün de... Oysa o çocuklar bir ömrü ülkelerine sebil ettiler. Onlar papatyaydı, karanfildi, güldü. Hiçbir şey sebepsiz yaşanmamıştır. O dört çocuk, şimdiki çocuklar yaşasın diye öldü.