Bir dertlerden bir dertlere uğradım uğrayalı, uzun süredir leylekleri hiç havada görmedim.. Leylekleri havada görmek; bir başka diyarlara, başka ummanlara, başka coğrafyalara seyir etmektir bir inanışa göre.. Vaktiyle yolcu yolunda olmak gerektiğinde, alıp başımı çekip gittiğimde, takılırlardı: "Senyineleyleğihavadagördün.." diye.. Yalnız bana değil çok gezenlere, çok dolaşanlara da söylenirdi aynı laf.. Ben görmedim.. Leylekler gelmişler.. Yardımcı kadınım Nurgül söyledi: "HalitBey,bizimevinbahçesindeoturuyorduk,çocuklarsesettiler'Annebakleylekler..'diye..Birbaktımhakikatenleyleklergelmişler.." İyidirler leylekler.. Çocukluğumuzun kuşlarındandırlar.. Kutsal bilinenlerdendirler.. Çelik-çomak oynadığımız, topaç çevirdiğimiz, uçurtma uçurttuğumuz yıllarda, onlara "Hacıleylek.." derdik.. Yazın kapıda olduğunun, denize koşuşturmanın zamanlarının geldiğini onların gelişlerinden anlardık, daha karpuz kabuğu Marmara'ya düşmeden önce.. Benim, gerçeği ararsanız, bu yıl onların, leyleklerin geleceğinden pek umudum yoktu hani.. O Kuş Gribi'nin çıktığı günlerde, bu köşede 3-5 satır da yazmıştım.. "Artıkleyleklerdegelmezler.." diye.. Ama leylekler geldiler.. Ben görmedim ama gelmişler işte.. Oysa kırlangıçlardan hiç haber yok.. Bir şeyler gitti mi gidiyorlar.. Bitti mi bitiyorlar.. Erikağaçları.. En birinciye tekerlememizdi, onlar havada göründüklerinde bağıra çağıra söylediğimiz: "Leylekleylekhavada../Yumurtasıtavada.." O tekerleme de nereden nasıl çıkmış hiç akıl erdirememişimdir.. Leyleğin yumurtası, yuvası, öyle kolay ulaşılacak yerlerde olmazdı ki tavası nasıl ola? Şimdi burada, kısa bir süre için leyleklere ara verelim.. Dönelim erik ağaçlarına.. Kaldı mı artık bu şehirde acep hiç erik ağacı? Oysa biz çocukluğumuzda en çok erik ağaçlarını severdik.. Büyükler, baharın gelişini erik ağaçlarının çiçeğe durduğunu gördüklerinde muştularlardı hep.. Eriklerin de tekerlemesi vardı.. "Eriklerçiçekaçtı../Sulhiyekocayakaçtı.." Ya da Sulhiye değil de kimse kim, erikler çiçek açtığında birileri kocaya kaçarlardı zaar.. Biz çocuklar, fırsatını bulduğumuzda bütün gün ağaçlarda.. Zannım o ki en çok erik ağaçlarını severdik.. Pembebeyaz çiçeğe dururlardı.. Sıcak günlerin, yazın ilk habercileriydiler.. Su, zaar ilk onların gövdelerine yürürdü gürül gürül.. Bırakın diğer yerleri, İstanbul'daki bahçe içindeki evlerin değişmez demirbaşlarıydı erik ağaçları.. Bir de dut ağaçları.. Ama ille de erik.. İsmi üstünde hani "canerik" .. Çocukların erik ağaçlarını sevdiğince, erik ağaçları da onları severlerdi.. Şöyle dört başı mamur bir hallerde meyveye yüklendiklerinde, erik ağaçları dallarını yerlere doğru bir sarkıtırlardı ki çocuklar gelip rahat toplasınlar, ceplerine, çıkınlarına doldursunlar diye.. Israr ediyorum, benim çocukluk yaşlarımda ağaçlar çocuklara bayılırlardı.. Çocuklar için tatlarına bir yeni tatlar katarlardı, meyvelerine.. Çocukların en birinciye, en kral oyuncaklarıydı erik ağaçları.. Uçurttuğumuz uçurtmalar, çevirdiğimiz çemberler, topaçlar, bindiğimiz kiralık bisikletler, ceplerimizdeki mileler ve çaputlardan yapılmış topların peşlerinden nasıl koşuşturuyorsak, erik ağaçlarına da öyle.. Bir oyundu işte.. Saklambaç, körebe, uzun eşek, birdirbir gibi bir eğlence türüydü.. Kendi bahçelerinde erik dolu ağaçlar olduğu halde, başka bahçelere eriğe gitmek.. Biz çocuklar için bir macera, bir serüvendi.. Erik ağaçları, Tarzan'cılıktı.. Ve çocuklar hep ağaçlarda.. Erik ağaçları en kral arkadaşlarımız, dostlarımızdı.. Ve biz çocuklar, kendimizin yoksa eğer, mahallenin kedilerine, köpeklerine en çok "Erik" ismini takardık.. Yine söylediler ki, şimdilerde erik tezgahlara düşmüş.. Fındık büyüklüğünde 8-10 tanesi, eskinin 6-7 milyonundan satılıyormuş.. Neyse.. Sahi bu şehirde kaç çocuk erik ağacı gördü? Yineleylekler.. Gelmişler ya, biz dönelim yine leyleklere.. Onların artık İstanbul'u mesken tutacaklarını hiç sanmam.. Günümüzde, ev bacalarının kenar köşeleri mi kaldı artık yuva kuracakları.. Gidip gökdelenlere tüneyecek değiller ya.. Olsa bile her daim tehlike..
***
1950'li yıllardı.. İstanbul'da anası belli, babası meçhul bir it, bir leyleğin ırzına geçmişti ki hemi de Eyüp Sultan'da.. Irzına geçmişti ki ayaklarını kırmacasına, kanatlarını kopartmacasına.. (BuyakınlardaAnkara'daköpekleredeyaptılaraynıişkenceleri..) Olay günlerce birinci sayfalardan haber olmuştu gazetelerde.. O leylek tedavi altına alınmış, gerekli her türlü özen gösterilmiş, ama gelin görün ki artık uçma yeteneğini yitirdiğinden, Eyüp Camii'nin oralarda el bebe, gül bebe yaşatılmıştı ta ölene değin.. Evet öyle.. Söylediler ki bana leylekler gelmişler.. Galiba gittikten sonra tek geri gelenler onlar..