Hafta başında, bir televizyon kanalında oynadı o film: İsmi, "Anlatİstanbul" idi.. Ben seyredemedim sadece ismine takıldım.. Ama iyiden iyiye takıldım hani.. "Anlatİstanbul" dendiğinde bu İstanbul neler anlatacak acaba? Neler neler, maydanozlu köfteler.. Eskilerden mi söz edecek, yoksam günümüzdeki pejmürde hallarından mı? Ne tarafından tutarsan tut bu dökülen şehir "Anlatİstanbul" dendiğinde neler söyleyecek? Sevgiyi, dostlukları, komşulukları, kendine özgü bir dolu güzellikleri yitirmiş garibim İstanbul, ne söyleyecek, ne anlatacak ki? Artık kendisinde yaşamak için tahammülü aşan bir çaba sarfetmek gerektiğini mi? Ben, geceleri çok geç saatlere kadar otururum ve İstanbul'u dinlerim.. Ağlayan, üzüntüden bitap düşmüş, hep eski günlerini anımsayarak yaşayan, iniltiler, inildemeler içinde bir İstanbul.. "Anlatİstanbul" iyi güzel de, neyi anlatacak.. Kimseler alınmasın, gocunmasın ben yemem o "AvrupaKültürBaşkenti" ayaklarını, dümenlerini, mavallarını filan.. Kim kaybetmiş de bizim buraları bulmuş kültürü.. Pekiy ben de sorayım "Anlatİstanbul" diye.. Ne anlatacak? Artık bir korku şehri olduğunu mu? Çelik kapılar arkasında, kilit üstüne kilitlerle yaşayan, ne zaman soyulacağını, ne zaman gaspa uğrayacağını hatta öldürüleceğini bilmeyen insanlarla birlikte, acılar çektiğini, içinin kan ağladığını mı? Ayda üç beş taksi şoförünün öldürüldüğünü mü? Kaçırılan, ırzlarına geçilen, bazıları tellerle boğulup öldürüldükten sonra yakılan kız, erkek çocuklarını mı? İstanbul'da yaşamak artık mecburen, mecburiyetten.. Fırsatını bulan kaçıyor.. İstanbul'da İstanbullu kaldı mı? Ha kaldı mı? Hele bir anlat İstanbul.. Hakimleri, savcıları görevlerine götüren otobüslerde uzaktan kumandalı bombalar, gündüz gözüyle evlere girip talan eden eşkıyalar.. Ve karınları aç büyük yığınlar.. İstanbul, açlık, işsizlik, kan, gözyaşı.. Ne anlatacak İstanbul? Suskunluğu, duyduğu büyük hicaptandır.. İstanbul'a kuş bakışı baktığında iyi tamam da, ayaklarını yere bastığında, caddelerine, yollarına, sokaklarına düştüğünde işkence.. Neyi anlatsın İstanbul? Irzına nasıl geçildiğini mi? Hoyrat ellerde nasıl perişan edildiğini mi? Eskinin İstanbul'una sorsan, sana anlatırdı.. Şimdi günümüz İstanbul'unun ferah faruh dillendirilip, hikaye edecek nesi kaldı ki.. Ümit Yaşar Oğuzcan'ın dizelere döktüğünce: "SenbunaİstanbulmudiyorsunSenbunayaşamakmıdiyorsunLanetolsun,lanetolsun..." Günümüz İstanbul'una "Hadianlatİstanbul" derseniz, size iki gözü dört çeşme ağlayacaktır.. İnanın öyle katıla kalacaktır, ağlayacak, ağlayacaktır.. Birazeskilerde.. O eskilerin İstanbul'una sorsanız, anlatırdı.. Birileri mahalleye yeni mi taşındı.. (Ozamanlartaşınmalarkentlerdenkentleredeğil,semtlerdensemtlereidi..) Acaip bir yardımlaşma başlardı ki görülesi.. Evin döşeme tahtalarının iyice sarıya kesmesine kadar ovulup, yuvalmasından, her bir şeyleri eksiksiz edip, perdelerin takılmasına kadar.. Yeni gelen komşulara ikiüç gün yemek pişirtilmezdi.. Herkesler, bir şeyler kotarıp getirirler, ya da yollarlardı.. "Hoşgelişlerolmuş" diye komşular giderler gelirlerdi.. Misafirli, misafirlikli geceler yaşanırdı.. Hatta o İkinci Büyük Savaş'ın karartma yıllarında bile.. Birlikte sevinilir, birlikte üzülünürdü.. Mahallenin çocuklarına herkesler dikkat ederlerdi.. Dayak mayak yerdik, işin bokunu çıkardığımızda ama, genelde üzerlerimize titrerlerdi.. Düğün dernek bir evde değil, bütün mahallede kurulurdu.. Cenazeler de öyle.. Bir evden değil, sankim bütün evlerden kaldırılırdı.. Mahalle kedileri bile köpeklerle dost yaşarlardı.. Sevgiler, dostluklar, komşuluklar hiç bitmemişlerdi..
***
Komşular, saksı saksı kendi yetiştirdikleri çiçeklerden ikram ederlerdi birbirlerine.. Menekşeler, karanfiller.. Açık hava sinemalarına birlikte gidilirdi.. Acıklı filmlere birlikte ağlanır, gülmecelerde birlikte gülünür, birlikte leblebi çekirdek yenilir, frigolarla birlikte serinlenirdi.. Pazar sabahları birlikte gidilirdi Florya'daki ağaç altlarına ya da Beykoz Çayırı'na.. Arada bir Sarıyer'de, sulara.. Kümeslerdeki günlük yumurtalar komşu evlerdeki hasta, zayıf düşmüş çocuklar için ayrılırdı.. Verem hastalığının kol gezdiği bir zamanlar idi.. Arka bahçelerde ilk kızarmış domatesler, kuyularda serinletilmiş kavunlar, karpuzlar birlikte yenilirdi.. Asmalardaki korukların üzüme dönüşme halleri, birlikte seyredilirdi.. Bahçelerde "Akşamsefaları" birlikte açarlardı.. "Anlatİstanbul" ha? Alın size ünlü "FahriyeAbla" şiirinin yazarı Ahmet Muhip Dıranas'ın dizeleri.. Rahmetlinin o şiiri yazdıktan sonra ilk okuduğu iki kişiden biriyim ben.. "Haniomasaldünyasıyalılar? Haniokayıklarkikızcabeyaz, Haniokadınlarkisevdalılar, Renkrenkşemsiyeleraltındabinyaz. Veoİstanbullular...Duygunuçuk Sankibirgelecektufandanhaber Almışlarcasınahepçolukçocuk Gökselgemilerebinipgitlişler