O çok biçare hallarıyla; kımıltısız, suskun kimbilir nasıl korkmuşlardır Rabbim.. Ben de nasıl korktum, geçtiğimiz hafta içinde gece ajanslarına ilk düştüğünde o haber.. Hani spiker "AnkaraSeyranbağları'ndakihuzurevindeyangınçıktı..İçinde220yaşlınınkaldığıhuzureviyandı.." derken, ben de nasıl dehşet korktum Rabbim.. Çoğu yerlerinden kıpırdamaktan aciz, diğer bir çoğu yatalak.. Ve hepsi "meçhulegidecekogemiyibeklemekte" olan o kadar kocamış insan, yangınlar içerisinde.. Sonra görüntüleri düştü ekrana.. Öyle mütevekkil, öyle yangınlara teslim, öyle bekleşen kocamış kadınlar, erkekler.. Siz oraların bakmayın isimlerinin "huzurevi" olmasına.. Aslında onlar "kimsesizler,düşkünlerevi" dirler çoğunlukla.. "Huzur.." denilen şeyi kimler kaybetmiş ki onlar bulmuşlar? Hepsi değil ama çoğu, bildiğimiz birer "Darülaceze" dirler gerçekçi bir tanımla.. Ve o karmaşa içinde sırtlanıp götürülmeyi bekleyen bir yaşlı kadın gördüm, yalnızlığından, kimsesizliğinden öte, bir de son demlerinde yangınlara uğramanın dehşetiyle; her yerleriyle, avuçlarına duman duman ağlayan.. Huzurevleri zaten genelde hep ağlama evleridir ya.. Ama bilenler, görenler için.. Ve o yangınlar içerisindeki kadın, kimbilir kaç bin kişilik ağlıyordu o sıra en zift, en zehirzemberek hallarıyla.. Büyük çoğunluğu birer Darülaceze'dir o "huzurevleri" sıfatını taşıyanların..
Darülaceze.. "Darülaceze.." dedim ya.. Hadi bırakın o hoşlaşmayı çağırtan isimleriyle "huzurevlerini", ona dönelim.. Darülaceze'ye.. Orası ki, İstanbul'un orta yerinde bir acılar denizi.. Hani bayramdan bayrama manzaralarını ekranlardan seyrettiğiniz o yer.. Hani, hep bekleme modunda, çoğunlukla içlerine ağlayan, son dem, son nefes kişilerle dolu son sığınak.. Kişi, süreç içinde çok şeyleri unutuyor.. Ya da güç anımsıyor.. Bu Seyranbağları'ndaki huzurevindeki yangın, bana çok yıllar önce Darülaceze'de katıldığım bir doğum günü partisini hatırlattı sil baştan.. Ne, "alt-üstkimlik".. Ne, "bedelliaskerlik".. Ne de her konuda tonla kayıkçı kavgası.. Ve bu arada, bizler en çok işkenceyi çocuklarımızla yaşlılarımıza yapıyoruz.. Çocuklar başıboş sokaklarda, yaşlılar terk edilmiş hallerde.. İçinde sevgi kalmamış, bombok bir dünya.. Ve de "Darülaceze.." denilince benim usuma hep; insanın kendi elinde olmayan bir teslimiyet, çoğunlukla ölüme son hazırlık bir mahpusluk gelir.. "Darülaceze.." denilince benim aklıma, şu yaşadığımız giderek kötülemekte olan rezil dünya gelir.. Bu gidişle onlarca, yüzlerce o tür yerlere gereksinimimiz olacağı gelir.. "Darülaceze.." denilince benim aklıma, geceleri gözyaşlarıyla sırılsıklam yastıklar, yorganlar, çarşaflar ve analarının memelerine, ağucuklarına, sıcaklıklarına hasret, terk edilmiş bebeler, balalar gelir.. Hep hüzünler, hep sonbahar yağmurları, çiçeksiz bahçeler gelir.. Kar, kış, kıyamet bir hüzün gelir..
MelikeKadın.. Ve geçmiş gün olur ki hayali cihana değer.. Bir eski zamanlarda oraya çağrıldığımda ve gittiğimde; bütün kahırlara, bütün yalnızlıklara, stoklanmış gözyaşlarına, çaresizliklere ve de en çok terk edilmişliklere, unutulmuşluklara inat, 64 yaşında bir bakirenin (Nüfuskağıdında"Bakire.."diyeyazıyordu..) doğum günü kutlamasına tanık olmuştum da.. Beyaz başörtüsü, eğreti mavi şal gibisince sırtına aldığı bir örtüsüyle, hep yere yere bakan utangaç gözleriyle, suskun mu suskun bir hallarıyla, bütün yaşamında ilk kez bir doğum gününü kutluyordu Melike Kadın.. Orada, Darülaceze'de.. Acizler yurdunda.. Kimler gelmemişti bu doğum gününe kimler, kimler.. Öncelikle koğuş arkadaşları.. Sonra yine koğuş arkadaşları.. Hep koğuş arkadaşları.. Gökkubbe diye aynı tavanı belledikleri, çoğunlukla kendi gibisi birileri işte.. Melike Kadın, 10 yıldan fazla bir süredir oradaydı.. Başka gelenleri mi? Yok.. Yine koğuş arkadaşları.. Doğum gününe dışarılardan hiç kimseler gelmemişti lanet olsun.. Tek kişi uğramamıştı; ne edersiniz, ne eylersiniz.. Oysa o doğum günü ilkti, belki de son.. O gün Melike Kadın, kendisine öğretildiği üzere konuklarını hep baş köşelere oturtmak istedi.. Hatime Hanım'ı, Nuriye ve Nermin hanımları.. Dilleri yok Nazife'yle, isimlerini bildikbilmedik herkesleri hep baş köşelere oturtmak istedi.. Olmadı işte.. Hiç olmadı.. Başaramadı.. Konuklarından birine bile olsun bir baş köşe bulamadı.. Ve kırıldı, üzüldü, mahzun oldu, incindi, utandı ki çoook.. Herkesler kendi bildiklerince bir yerlere iliştiler iğreti iğreti.. Neyin olup bittiğini hiç bilmeden.. Ölüm günlerini bekleyenler, doğum günlerini ne etsinler ki?
Ölümdenöteköy.. Üzerindeki ilaç şişeleri boşaltılmış bir masa, madeni tabaklar, birkaç meşrubat şişesi, bir de ufaraktan teferekten güya bir pastacık.. Üzerinde tek mum ve o mumun çevredeki bakıcıların ikazı ile Melike Kadın tarafından üflenişi.. Yine uyarmalarla, etraftan "İyikidoğdun.." mırıltıları.. Bir halsiz, yorgun, cılız alkışlar.. Sonra ufaraktan teferekten pastanın, mıdım mıdım, gıdım gıdım bölüştürülmesi.. Bu arada, o ağır aksak alkış seslerine başka koğuşlardan ağır aksak seğirten eskimiş yüzlü insanlar.. Darülaceze sakinleri.. Onlara da pastadan gıdım gıdımcık kırıntılar.. Ha eğer kalmışsa, yarımşar bardak da gazoz.. Hep aynı bardaklarda.. Ne varsa, ne kalmışsa onun bölüştürülmesi anlayacağınız.. Ve ben o genç yaşlarımda o Darülaceze gününde hissetmiştim ki, partiye katılandan çoğu, o gece yorgun uykular uyuyacaklardı kendi doğum günlerini anımsamaya çalışaraktan.. En kıymetli yerlerinde mahfuz tuttukları, birkaç iyiden iyiye sarıya kesmiş eski fotoğraflarını usul usul, hiç kimselere göstermemeye çalışaraktan çıkartıp, geçmiş zamanlara ağlayacaklardı çok sessiz sedasız, usul usul..
***
Derler ki hani "YalnızlıkAllah'amahsustur.." diye.. Katiyen itirazım vardır.. Değildir, hiç öyle değildir.. Yalnızlık, sadece insanoğluna özgü bir şeydir.. Ne bileyim takıldım işte, o üçbeş gün önce Ankara'nın Seyranbağları'ndaki huzurevinde yaşlılara çıkan yangına.. Sanki kendi yalnızlıkları, bırakılmış, terk edilmişlik yangınları kendilerine yetmezcesine.. Sankim "ölümdenöteköy" varmışçasına.. Hala gözlerimin önünde; o Seyranbağları'ndaki huzurevindeki yangında yangınlara uğramış o kadının dehşet içinde, duman duman ve biçare ağlayışı..