"3AralıkDünyaÖzürlülerGünükutlandı.." imiş.. Hadi canım siz de.. Neyin nesi kutlanıyor? Yılın içinde bir gün özürlüler hatırlanıyor gibi yapılıyor.. "Kutlama.." dedikleri sakın o olmasın? Kuyuya düşmeyen, kuyuya düşenlerin hallarını ne bilsin? Ben düştüm kuyuya.. 8 ay süreyle bir özürlü olarak yatalak yaşadım, bırakıldığım koltuklarda, divanlarda, kucaklanıp oturtulduğum yürüyen bir sandalyede.. (Herüzerineoturuşumda,o,yürüyendeğil,birelektriklisandalyeydibenimiçinhep..) Ayaklarım hiç yoktular.. Bırakın yürümeyi, dikilip durmak için bile hiç yoktular.. Bir köşeden diğerine koltuklanarak, kucaklanarak taşınmalar.. Bakıcı olarak getirilmiş ne idüğü belirsiz şerefsizlerin zulümleri.. Sonra, kalkmayı bir yeni baştan becerdim.. Ama o ben üçüncü tekil şahıs.. Milyonu aşan özürlülerimiz, sakatlarımız, görmezlerimiz var bizim.. Onların halları "Senedebirgün.." .. Sahi bizler ne yapıyoruz özürlülerimiz için? En belasını alayım, beyin özürlü çocuklarımız için örneğin? Onlar ki sayıları umulduğundan çok fazla.. Halları yaman.. 1990'a merdiven dayamış, 1980'li yıllardı.. Ben aralarına karıştım o "Spastik.." diye tanımlanan, beyin özürlü çocukların.. Bir yazı dizisi hazırlayacaktım.. Aralarına karıştım ve sizler iyi ki oralarda yoktunuz.. Hiç spastik çocuk yani ileri derecede beyin özürlü çocuk gördünüz mü? Birini değil, yığın halinde bir dolusunu, bir yerde, bir arada gördünüz mü? Görmediyseniz iyi.. Haaa, aman demelerim yanlış anlaşılmaya.. Benim sözüm, bu konuda çalışıp uğraş veren rehabilitasyon merkezlerine değil.. Demem, gündüzleri aileleri tarafından buralara getirilen, ihtimam gösterilen çocuklara dair hiç değil.. Onlar, akşamları sevgiyle evlerine dönen çocuklar.. Benim söylediklerim öbürleri.. Hiç el verilmeyenler.. Lanetli kabul edilenler.. Bütünüyle dışlananlar.. Şimdi nasıldırlar, durumları ne haldedir hiç bilmem, bilemem.. Bir zamanlar onların hal ve ahvallarını anlatan yazılar çıkardı gazetelerde.. Şimdilerde ise nerelerinden bakarsanız bakın, kokuşmuş, kızışmış sahte insanların, takma çüklü zamparaların, devamlı geliş geçişe açık sürtüklerin maceralarıyla dolu sütunlar.. (Nekadarsıkıdurursanızdurun,bazenkanserfenahaldeöfkelendirirkişiyi..Bendearadabiromodagiriyorum,bütünöfkedenkaçmaçabalarımarağmen..)
Başkatürçocuklar.. O dediğim tarihlerde, Bakırköy Akıl Hastanesi'nin bir bölümüne tıkılmışlardı onlar.. O çocuklar.. Özürlüler.. Hem çocuktular, hem beyin özürlü.. Ve de baştan ayağa hep çok yalnız çocuklar.. Hastanenin o kısmında 30 kadardılar.. 30 çocuk.. "Çocuk.." sözcüğü lafın gelişi.. Çocuk benzeri bir şeyler idiler işte.. Sankim bilim-kurgu filmlerindeki fabrikasyon imalat, ama hiçbir şekilde programlanamayan küçük, küçücük robotlar.. Bilmeyenleri korkutan, ürküten cinsinden.. Bakırköy Akıl Hastanesi'ndeki bölümün kapasitesi, taş çatlasa 30 yataktı.. Bir fazlası mümkünsüzdü.. O yüzden o yıllarda, o günlerde, (Acepşimdilerdedeğişenbirşeyvarmı?) 30'dan fazlası bütün başvurular geri çevrilmekteydi.. Yer yoktu.. Yer hiç yoktu.. Ve o zaman? O zaman, bu tür çocukları hastane kapısına bırakıp kaçıyorlardı.. Karakol önlerine, cami avlularına bırakıp kaçıyorlardı.. Anaları, babaları kucaklarında getirip "Bunusokaktabulduk.." deyip bırakıyor ve kaçıyorlardı.. Sonra ne bir ses, ne bir nefes.. Ne bir arama ya da sorma.. Günlerce gidip orada, tıkıldıkları yerde onları gözlemeye çalışmıştım.. Ağızlarında tek sözcük yoktu.. Oturdukları yerde bir rakkas.. Oturdukları yerde bir geri-bir ileri sallanmalar.. Donuk, anlamsız, bakmayı unutmuş ya da hiç bilmemiş gözler.. Ve arada sırada bir mevlevi dervişini kıskandırmacasına dön baba dönmeler.. Bunlar çocuktular, ama değildiler.. Onları izlerken, kendi oturduğum Başak Sokak'ın çocukları düşerdi aklıma.. O ağaç tepelerinde, ya da yüzme havuzlarında.. Sabahın er saatlerinde ellerinde raketleriyle tenis sahalarına, kortlara inen, oyunun bin bir türlüsünü oynayan o çocuklarla buradakiler, aynı yaştaydılar.. Hepsinde dıdı dıdının, matrağın, makaranın her türü.. Çift kale maçlar.. Kızlarda da ip atlamalar, seksekler.. Bisikletler üstünde türlüçeşit varyasyonlar.. Bitesi olmayan koşuşturmacalar ve içlerinde sevgi fışkıran evler.. Ya buradakiler.. Ya buradakiler? Onların Dünyaca Özürlülür Günü ya da haftası kutlanıyor? İsyan..
KörlerOkulu.. Madem başladım, sürdüreyim..
***
Koridorlar, sınıflar, yemekhane ve yatakhaneler, tekmili birden her yerler, o zifir kış akşamlarına eş, hep loş mu loştular.. Işığa pek gereksinim yoktu oralarda.. Lambaların yanması tek tük.. Büyüklü, küçüklü çocuklar, o koridorlarda ışıksız filan ama, duvarlara sürtünerekten yürürlerdi.. Orası Ankara Körler Okulu'ydu.. Bir zamanlar idi.. 3-4 gün kalmıştım aralarında, "KaranlıkDünya" diye bir yazı dizisi hazırlamak için.. Cehennem utanılası bir işti benim için.. Görmezlerin arasında, hemi de görmez çocukların arasında göz göre göre dolanmak, oturup onlarla söyleşmek, yaptıklarını, ettiklerini, davranışlaranı izlemek.. Çaresizliklerine tanıklık etmek.. Bazı bazı aralarındaki en küçüklerin isyanlarını mecburen seyre durmak.. O küçüklerin gözlerinin görevlerini, elleri ve de kulakları görürdü.. En çok da kulakları.. Büyük korkuları, bir işitme bozukluğuydu.. O yüzden duyuları çok gelişmişti.. Bir kulakları ağrımaya görsün, dehşete kapılırlardı..
Şarkısöylerlerdi.. Şarkı söylerlerdi.. En çok şarkı söylerlerdi.. Acıklı şarkılar.. Ağızlarıyla ve yüzleriyle, hele en çok yüzleriyle söylerlerdi şarkılarını, sözlerini hiç karıştırmadan.. Ben futbolun ilk orada, çocuklar arasında çok değişik bir şekilde oynandığını görmüştüm.. Çok hayretler içerisinde ve çok yıllar önce.. Topu, yok gözleriyle değil, kulaklarıyla kovalarlardı.. Kulakları ile koşuştururlardı meşin yuvarlağın peşinden.. Topun dört bir yanlarına ziller, çıngıraklar takılmıştı da ondan.. Zil seslerinin peşi sıra bir oralara, bir buralara.. Kulaklarıyla iz sürerlerdi.. Birbirleriyle çok çarpışa çarpışa, çok düşe kalka.. Top bir yerde durdu mu, onlar da dururlar, katıla kalırlardı.. Öyle kazık kesilirlerdi, sahanın dört bir yanında.. Top sil baştan yeniden hareketlendirildiğinde, yine zil sesleri ardından onu tepiklemek için düşe kalka kovalamacalar.. Çok çarparlardı birbirlerine.. Çok yerlere düşerlerdi karanlık karanlık..
***
Bunlar uzun anlatılar.. Kutlamakmış.. Ulan neyin nesini kutluyorsunuz.. Hep çok yalnız bıraktığımız, sayıları milyonu geçen o çocuklarımızın, gençlerimizin, insanlarımızın? Kuyuya düşenlerin halinden ancak kuyuya düşenler anlıyorlar.. Gerisi fasa, fiso.. Lafu güzaf.. Bu arada, Özürlüler Günü ve Haftası ile ilintili olarak bu işlere bakan Devlet Bakanı Nimet Çubukçu Hanımefendi bir beyanat verip, ajansların bildirdiğince buyurmuş ki: "Türkiye'deözürlüleralanındaegemenolan'Böylegelmişböylegider..'anlayışyerini,'insanainsanolduğunuhissettiren'uygulamalarabırakacaktır.." Tebrik ederim.. AK saygılar sunarım.. Sunarım sunmasına da bilirim ki "Böylegelmiş,böylegidecektir..".. Ve pek bir gelecek hazırlanmayacaktır o "çıngıraklıtoplar"ın peşinden düşe kalka koşuşturan çocuklara, çok az istisnalar dışında.. Özürlülerimize özür borçluyuz..