Sonunda baktığınızda ve hesaba oturduğunuzda, çoğunlukla hep "Eldevarhüzün.."..
***
O, kar kıyamet, zehir zemberek kış gecelerinde, Çağlayan Saz'ın kadınları, üstlerinde rahatlıkla 6 kişinin konken oynayabileceği devasa küfelerini, yani şahane mabatlarını salonun orta yerine kurulmuş sobaya vererek, ısınırlardı.. Bazıları öncelikle kıçlarından üşürler çünküm.. Gürül gürül yanan bir soba ve çoğunlukla hayli geçkin bazı kadınların icabında popo yaktırma tehlikesini de göz önüne alarak bir ısınma tarzı.. 1950'li yılların sonları, 1960'ların başlangıcında, Beyoğlu'nun göbeğinde, Çağlayan Saz'da böyle bir durumlar.. Yazın sıcak gecelerinde ise etekleriyle püf püf püflenirlerdi biraz serinlemek için.. Ve ortak noktaları, o kocaman arka kaportaları.. Ve yine o yıllarda İstanbul'daki sazların bir bölümü, kabadayıların boy gösterip racon kestikleri, dava hallettikleri bir yerlerdi.. Çağlayan Saz bunların en ünlüleriydi.. Hatta en hasosu.. Kendi aralarında, Kürtler, Araplar, Lazlar olarak sınıflanmış bu kabadayılar, külhaniler, sazın ayrı ayrı köşelerinde sırtları hep duvarlara dönük bir hallerde, gayetle hep müteyakkız ve tetikte, kendilerince çok edepli bir şekillerde, sessiz sakin alem yaparlardı.. Yanlış yaptıkları pek görülmezdi.. Polis korkusunun dağları beklediği bir zamanlardı..
Racon.. Masaya kadın çağırmak, sarhoş olup etrafa sarkmak, yılışmak, adetten değildi şimdikince.. Namlarının, yani günümüz deyişiyle kariyerlerinin, karizmalarının, façalarının çizilmemesi, gölgelerine basılmaması için gayet dikkatli davranırlar, kimselere dalaşmamak için azami gayret sarf ederlerdi.. Genelde, konsomatris kadınlar pek masalara davet edilmezlerdi.. Onlara içkiler, uzaktan uzağa ısmarlanırdı.. - Ayşe'ye50kokteylyaz..Yarasın..Sahneyeçıktığındaşarkımızıunutmasın.. - "Yenimigeldişukarşıdaki?Neiçersebenden..Söyle,hoşgelmiş.." diye, garsonlar aracılığıyla sürdürülürdü ağır muhabbetler.. "Seniuzaktansevmekaşklarınengüzeli.." bir süfli, yıkık, ezik zamanlar.. Çağlayan Saz ve oranın konsomatris kadınları.. Hep ağzına kadar dolu olurdu orası.. O kadınların öyle müşterileri olurdu ki görmeyenler, bilmeyenler hiç inanabilemez.. Onları, o kadınları kaldır, Paris'in, Foliberjer'in, Mulenruj'un kızlarını getir, anında itibarını yitirirdi Çağlayan Saz.. Bakmışsınız bomboş.. O Çağlayan Saz kadınları, sizi kendilerine biraz yakın bulsalar, biraz aynı dilden konuştuğunuzu fark etseler, neler hikaye ederlerdi, neler.. "Çehov,ÇağlayanSaz'ıyazmalıydı.." diye düşünmüşümdür hep.. Lautrec, burada, soğuktan çok üşümüş, kıçları bir sobaya dayalı kadınları dökmeliydi tuvaline.. Ve Malaparte, onlarla röportajlar yapmalıydı.. Çoğu hayli yaşlı, hayli geçkin ve genelde alkol gücüyle ayakta duran, yılgın, bitkin, Çağlayan Saz kadınları.. Çoğunu tanırdım.. "Tanırdım.." dediğim bir göz aşinalığı.. Maksat muhabbet olsun; arada sırada üç-beş kelam.. Onlar gençliklerinde pavyonlara.. Daha sonraları barlara ve nihayetinde sazlara düşmüş kadınlardı.. Anlatacakları çok şeyleri olan ve hep çok ağlayan kadınlar.. Sessiz, suskun, dinlemeyi en iyi bilen kadınlar.. Bu tür yerleri ve en çok Çağlayan Saz'ı mesken tutan kişilerin tercih nedenleri, ısmarladıkları birkaç içki karşılığında kendilerini dinleyecek ve "Lafolaberigele.." olsa bile anlayacak bir kadın bulmalarından ötürüydü.. O yalnız adamları, kadınlar sessiz suskun dinlerlerdi; içki ısmarlamaları devam ettiği sürece..
Pezevenkdarbükatör.. Ben, o zamanlardan bu yanlara çok yıllar yaşadım, çok yollar gördüm ama, Çağlayan Saz'ın orkestrasını düşündüğümde, hala gülmekten kendimi alamam.. Dünya sonu bir müzisyenler grubu.. Gırgırın, şenliğin şahikası.. Yalanım varsa anam babam ölsün; bu müzisyenlerin çoğu, gecenin geç saatlerinde çalarlarken uyurlardı.. Ve de çakılmasın diye uyudukları, çoğunun gözlerinde güneş gözlükleri.. Arada bir oturdukları sandalyeden yıkılıp yere düşerler, sonra elbirliği ile kaldırılıp müzik yapmaya devam ederlerdi.. "Orkestra.." diyorum ya, lafın gelişi.. Paspal bir saz takımı işte.. Ve içlerinde bir darbukacı ki, haza pezevenk.. Olacak iş değil ama, ben darbuka çalarak pezevenklik yapan ilk kişiyi orada gördüm.. Kafaya aldığım garsonlardan biri ötmüştü.. "Abibudarbukaylakarısatar.." diye.. O tür sazlarda, kadınlar sırayla çıkıp biriki şarkı söylerlerdi.. Ne çıkarsa bahtınıza.. Ve bu darbukacı godoş, önce kaşgöz işaretleriyle ve sonra usturuplu vurulan darbuka darbeleriyle, iş bitirirmiş.. Olmayacak bir yerde darbukaya "Tapatup.." üç darbe ve işin erbabı anlarmış ki sahnedeki kadın 30 liraya tamam.. Bu Çağlayan Saz'da eğlenenler, masa kuranlar arasında, veznedar ya da mutemet hüviyeti taşıyan kişilere de rastlanırdı.. Bunlar ufak ufak kesilip söğüşleneceklerse eğer ve sıkça geliyorlarsa, kendilerine itibar bile edilirdi.. Ama işin tadını kaçırdıklarında, bir kadına takılıp sağmal ineğe dönüştüklerinde, derhal polise haber verilir, "Bukişiçokparaharcıyor.." diyerek ispiyonaj yapılır ve müessesenin namusu kurtarılırdı.. Metot hep aynıydı.. "Şuveşukişilersonzamanlardaçokparaharcamaktadırlar,bilgilerinize.." diye bir not.. Ve çoğunlukla, Çağlayan Saz sonrası bu tür kişilere, "Mahpusaneseniyapankörolsun../Körolsundaelleriayaklarıkırılsın.." bir türkünün yolları görünürdü.. Ya Sultanahmet, ya da Paşakapısı, Toptaşı mahpushaneleri.. (Günümüzüneğlentiyerlerindeogeleneksürdürülse,acayipparadökenler,üçbeşmilyarabirşişeşarapaçtıranlarabirsorgusualçekilse,Unakıtandaazbirazbırakırdıpeşlerinidevamlıtüyleriniyolduğuohepaynıkazların,ördeklerin..) Neyse.. Ve o Çağlayan Saz kadınları hep bilmek zorundaydılar "yeniçıkanşarkılar"ı.. İstek halinde okunmaları için, bu şarttı.. Komaprima halinde mikrofon alıp, saz takımı tarafından arkadan ve yanlardan devamlı desteklenerekten, icabında ağlayıp küfrederek şarkı söyleyen bu kadınlar, bilmeyenleri, bu işlere aşina olmayanları ya çok hüzünlendirir ya da çok güldürürlerdi..
***
Nereden nereye.. Günümüz Beyoğlu'nun simgelerinden başlayıp, bir eski zamanların Çağlayan Saz'ına.. Bazı şeyler anlatmakla olmuyor.. Yaşamak gerekiyor.. Ve sonra hep "Eldevarhüzün.."..