Hasan Pulur Abem, ömrüne bereket, bu yazını da Çeşme'de geçirdi.. Günün bir vakitlerinde yamaç paraşütü ve su kayağı yaparak; akşamları "AhmetRasim" üstadın sofralarını kurarak.. Arada bir sazan avına da çıktı ama ıhhh.. Ve oradayken günlüklerine devam edip, bir yazı yazdı köşesinde.. "Karadeniz"in Yunanlılar'a satıldığına dair.. Hiç bilmiyordum.. Öğrendim.. Ve de basbayağı efkarlandım hani.. Karadeniz, Ege ve Akdeniz'de bayrak dolaştıran son yolcu gemimiz de özelleştirme kapsamına alınıp Yunanlılar'a satılmıştı ve şimdilerde Yunan bayrağı ile dolaşıyordu denizlerde.. Üç bir yanı derya deniz, Hopa'dan İskenderun'a kadar "yali-yali" bir ülkeyiz ve denizlerde bir yolcu gemimiz bile yok.. Tüh bize, tühler bizlere.. Sonra, karasularımız için maraza çıkartmalar.. Çıkartalım tabii ama, sorarlar adama "Yafuhemşehrim,seninbudenizlerdegidipgelentekgeminyok..Neyapacaksınkarasularını?" diye.. Eee ne demişler: "Suakar,Türkbakar.."
Karadeniz.. Oysa, benim çok çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda sürüsüne bereketti yolcu vapurlarımız.. Gülcemal ve Gülnihal'lerden başlayarak say gelsin.. Cumhuriyet, Ege, İzmir, Trak, Marakaz, Sus, Etrüsk, Kadeş, Tirhan, Erzurum, Adana, Tarsus, Ordu, Trabzon, Giresun, Akdeniz, Karadeniz.. Ula Ankara Gemimiz İstanbul'dan kalkıp New York'a gitmiş be, ağzına kadar yolcu dolu olarak.. Benim Karadeniz gemisiyle tanışıklığım, 1960'lı yılların başına rastlar.. O zamanlar bu Karadeniz, İstanbul'dan kalkar, Pire, Venedik, Napoli, Cenova, Marsilya ve Barselona'ya kadar gider, oradan Mısır canibine sarkar, İskenderiye'de 1 gün-1 gece kalır, yeniden Barselona'ya döner ve yine kıyı kıyı İstanbul'a.. İçinde orkestrası, programları ve hele hele Liman Lokantası'nın o şahane mutfağı.. Özkan Şahin'le birlikte, yıllık izinlerimizden birinde denk düşürüp atladık gemiye.. Üff ne biçim bir şenlikle kalkardı gemi Galata Rıhtımı'ndan bilemezsiniz.. Gırgırşamata bir uğurlayıcı kalabalığı.. Avrupa'ya gitmek, ayrıcalığı olan bir işti o zamanlar.. Ve gemi.. O zamanların klasiği "KüçükHanım" film ekibi.. Belgin Doruk'lar, Ayhan Işık'lar, Sadri Alışık'lar, Suna Pekuysal'lar.. Onlar, "KüçükHanımAvrupa'da" filmini çekmeye gidiyorlardı.. Gepgenç bir kızın, Suna Pekuysal'ın, Karadeniz'in güvertesinde durup durmaksızın nasıl koşuşturduğunu anımsarım hala..
***
Karadeniz'le ikinci beraberliğim, 1960'lı yılların sonuna rastlar.. Evlenmiştim ve eşimle ikinci balayımıza çıkacaktık.. Benim basın kartım, eşimin öğrenci olduğu için şebekesi vardı.. (Şebeke,öğrencikimlikkartı..) Ve o zamanlar, sarı basın kartı taşıyan gazetecilerle öğrencilere yüzde 50 tenzilat yapardı Deniz Yolları.. İkimiz tek kişi fiyatına, salon-salomanje bir kamaraya kurulduk.. İstanbul, İzmir, Kuşadası, Bodrum, Marmaris, Alanya, Antalya, Kaş, Kalkan, Mersin ve İskenderun.. Her gittiğimiz limanda, 1 gün-1 gece kalarak.. O yolculukların biletleri karaborsadaydı.. Yabancılar acayip rağbet ederlerdi.. Yemek salonundaki komşularımız Amerikalılar'dı.. Artık gemilerimiz yok.. "DenizYolları"mız bitti.. "Karayolları" mız var ki çokça ölelim diye.. Nereden nereye..
Düşkurmak.. Bu geçtiğimiz Temmuz, Ağustos aylarında, akla zarar bir fantezim vardı.. O da Boğaziçi'nde devamlı turlayan Şehir Hatları vapurlarından biri olmak.. Yooo, yanlış anlamayın sakın.. O vapurların birinde olmak değil, bizzatihi o vapur olmak.. Kendi ürettiği dalgalarıyla serinleyen, kendi köpüklü, martılı, seyirlik dünyasında, karşıdan karşıya, bir iskeleden öbürüne seyreden o vapurlardan biri olmak.. Sıcak başıma vurmuş olmalı ki; öyle olmazca düşler kurdum, mavi suyu denizi höpür höpür eden, kendi yaşamımdan mutlu küçük bir Boğaz vapuru olduğumu varsayarak.. O aşinası olduğum eski vapurlardan biri.. Kabataş'ta yatılı okurken, onlar bizim rıhtımımızla hep kıyı kıyı giderlerdi.. Hele gecenin yeni bastırdığı en hüzün saatlerde.. Ve o küçük, çıtı pıtı gemilerin bütün kaptanları, bilirlerdi düdük seslerini duymak istediğimizi.. O akşamların zehir zıkkım saatlerinde, biz yalnız ve hep terk edilmiş duygusu içindeki çocuklar, her geçen vapura "Kaptanöt..Kaptanöttt.." diye bağrışırdık.. (Ozamanlardakiyalnızlıkduyumsamalarınınçokçocukçaolduğunu,kocadıkçaoduygununnasılcanavarlaştığını,biryaşlaragelinceanlıyorkişi..) Yine şimdi düşünüyorum ki, onların, o gemilerin, o kaptanların, gelip bizleri almalarını, analarımızın, babalarımızın, kardeşlerimizin yanlarına götürmelerini isterdik gizli gizli.. Ne bileyim işte, bu yılın Temmuz ve Ağustos'unda, o zehirzemberek sıcaklarda, ben Boğaziçi'nde iskeleden iskeleye koşuşturan, yunus balıkları ile yarışan bir küçük gemicik olmayı istedim.. Olacak iş değil ama belki de bir "Şükran"..
Şükran.. Bir zamanların deniz ve denizcilik üzerine yazan ünlü kalemi Abidin Daver, Şükran'ı anlatır.. Günümüzün şu acayip karmaşasında, gelin kendimizi denize ve gemilere vuralım.. İşte üstadın kaleminden Şükran: "...Şirket-iHayriyevapurlarınısevdiğimden,yavaşyavaşBoğaziçi'nidesevmeyebaşladım.İdareiMahsusa'nınköhnevekülüstürvapurlarınıhiçsevmediğim,içinKadıköy'denpekazgiderdim.15-16yaşlarımakadarAdalar'aayakbasmadım.Çocukluğumun,gençliğiminengüzelzamanlarınıBoğaz'dageçirdim.Kanlıca,Körfez,AnadoluHisarı,Küçüksu,Baltalimanı,Yeniköy;sevdiğim,hergünsaatlerceküreksalladığımyerlerdi.Şirket-iHayriye'ninbütünvapurlarınıtauzaklardantanırdım.Onları,yalnızşekillerinden,düdükseslerindendebilirdim.Şirket-iHayriye'ninvapurlarıekseriyetleçiftyapılmışlardı.Sivriburunlu18Bahriyeile19Asayiş..39Neveserile40Rehber..41Metanetile42Resanet..43İkdamile44İntizam..45Rezanile46Rüçhan..49Haleile50Seyyalegibi. Bütünbugemileriçindeensevmediğimküçükvebiçimsiz13Galata,ençokhoşumagidende44İntizam'dı.Dahasonra,49Hale'yegönülverdim. Halkınençoksevdiğiise,38Şükran'dı.İngiltere'deyaptırılmışolan37İhsanile38Şükran;hakikatenhemçokbiçimliidiler,hemdeçokhızlıgidiyorlardı. 38Şükran,mevcutvapurlarınhepsinigeçiyordu."
***
Benim anılarımda, 38 Şükran hiç yok.. Ama yine de ah Şükran ah.. O tarihlerde Boğaziçi'nde bir kuğu gibi süzülen Şükran olmak varmış.. Dalga dalga, püfür püfür, köpük köpük, yunuslarla arkadaş, martılarla aşıktaş bir Şükran..