Çarşamba günü bu köşede yazmıştım ya, "Eşkıyaşimdişehirlerde,hattaİstanbul'unheryerlerinde.." diye.. Benim mesleğe yeni başladığım zamanlarda, eşkıya sadece Güneydoğu'da ve hep dağlardaydı.. "Düzeinmek..", yani şehirlere ayak basmak gibi bir alışkanlıkları hiç yoktu.. Anında oyarlar, kafalarını kopartırlardı.. Eşkıya kısmına demokrasinin olmadığı, insan haklarının tanınmadığı bir zamanlardı.. Can alanların, canları alınırdı.. Çok şükür uygar olduk.. Katilimiz, maktulumuz hep birlikte mis gibi yaşayıp gidiyoruz.. 1950'li ve 1960'lı yılların başlarından söz ediyorum.. Ben ve Özkan Şahin, o tarihlerde daha 20'li yaşlarımızın başlarında iki gazeteci olarak, oralarda eşkıya röportajları yapmaya soyunmuştuk.. O günlerde de Güneydoğu'da dağlarda çeteler, eşkıyalar azımsanmayacak kadar çoktu.. Bunların en azılısı HARHURLUHACO isimli 55 yaşlarında bir çetebaşıydı.. -Apo'nunkulaklarıçınlasın..Oralarda dolanırken bize anlatmışlardı ki, "piskerepis" bir adamdı.. Peşinde kendisi gibi gözü kara, zalim ve acımasız avanesi ile birlikte, dağlarda cirit atan bir kanun kaçağı.. Önüne geleni soyan, icabında öldürmekten hiç kaçınmayan biri.. Bir rezil.. 1953'te 3 erkekle 1 kadını öldürdükten sonra dağa çıkan bu HARHURLUHACO, kendi buyruklarına uymayan köylerde, mezralarda harmanları yakıyor, evleri ateşe veriyor ve pusu kurup jandarma öldürüyordu.. Jandarmamezarlığı.. O dediğim zamanlarda öldürdüğü 2 jandarma eri, Beşiri'deki jandarma mezarlığında yatıyordu.. Yine o günlerde şakilerin, yani eşkıyanın öldürdüğü jandarmalar için ayrı bir mezarlık yapılmıştı.. Bir dolu mezar.. Hepsi için dikilmiş bir taş ve taşın üzerinde bir yazı: "YatıyorburadavazifebaşındaölenjandarmalarOkunsunruhlarınaFatihalar"(Ogünlerdeşehitdüşenaskerlerimizi,görevlilerimizikendidoğduklarıtopraklarataşıyacak,kendigökkubbelerialtında,kendiağaçlarınıngölgesindeyatıracakolanaklaryoktu..Oyüzdenölenleröldükleriyerlerde,çoğuçokgurbetellerdekalıyorlardı..ÇokçokBeşiri'yekadargetirilip,oradadefnediliyorlardı..)HARHURLUHACO, son jandarmaları öldürdükten sonra Suriye'ye kaçıyor.. Ama peşini bırakmak yok.. Bir jandarma yüzbaşı, yanında 2 astsubay ile, "Vızgelir,tırısgider.." deyip Suriye hududundan içeriye geçiyor.. HARHURLUHACO' yu burada yakalıyor.. Yok, kafasına filan sıkmıyor.. Alıp getiriyor, Siirt Cezaevi'ne konduruyor.. HACO cezaevinde 8 ay kalıyor, sonra pırrr.. Yani uçup kaçıyor.. Şimdilerde af var ya, üçbeş günde bir.. O zamanlar tüymek marifetti, tüy bre.. Kaçıyor, tüyüyor ki, yanında 3 arkadaşıyla birlikte.. Yıllardan 1963'tü ve kaçışını bir büyük iftiharla anlatıyorlardı ki, şaşarsınız.. Yine o günlerde çetesiyle birlikte dağlarda dolaşan bir diğer şaki (eşkıya), Tilki Selim idi.. Tilki Selim, Nusan, Bilaris, Gevart havalisiye, Tilan Dağı'nda dolanıp duruyordu.. (Türkiye'dekiyervedağisimlerinebakın..) Yanında 7 adamı olduğu söyleniyordu.. Yaşları 20 ila 50 arasında değişen 7 adam.. Ve isimlerini de veriyorlardı: Davudo, Mahmudo, Yezidi Mirzo, Arnema ve başkaları.. "Bunlarhiçmakbulkişilerdeğildir.." diye anlatıyorlardı.. "Neden?" diye soruyordum.. Yüzlerini buruşturarak söylüyorlardı: "Yaramazadamlardır..Zorlaharamauçkurçözerler.." Tilki Selim ile adamları, hem kaçakçılık yapıyorlar hem de kaçakçılık yapan başkalarını soyuyorlardı.. Ve onlar da uzun süreden beri dağlardaydılar.. (Tarihöncesindendeğil,1962-1963yıllarındananlatıyorum..)
SiirtMahpushanesi.. Anlattıklarım, 1963 yılı.. Ve ben oralardayken, Siirt Mahpushanesi'nde, hepsi 30 seneye mahkum 15'ten fazla eşkıya yatıyordu.. Haklarındaki kararın kesinleşmesinden sonra uygulanan 8-10 aylık hücre cezaları, bu adamlarda eşkıyalıktan eser bırakmamıştı.. Yumuşatmış, ham hamur etmiş, uyuz köpeklere çevirmişti.. Dokunduğumda, ellediğim yerlerden, ellerinden, kollarından su çıkıyordu hep; toprak altında, hep güneşe hasret hücre cezalarından ötürü.. Salih Zeyrek ile Ferhat Koç, o zamanlarda Siirt Cezaevi'nde 30 yıla mahkum 2 eşkıya idiler.. 8 yıl öncesi, köyleri Büryan'ı bırakıp dağlara çıkmışlar, Şemenkara Dağları'nı kendilerine mesken ve payitaht seçmişler.. "Buralarıbizimdir.." demişler, başka bir şey söylememişler.. Yıllarca kalmışlardı o dağlarda, ama dağların isimlerini bile bilmiyorlardı.. "Hangidağlar?" diye sorduk Özkan ile birlikte.. Mahpushanenin bahçesinden, elleri ayakları zincirli, ta uzaklardaki karlı tepeleri gösterip: - Haaaodağlardı.. - İsimlerineydi? - İsimlerininebilekbeg..Bizimdağlardı.. Dağa çıkış nedenleri, ikisinin birden bir cinayetle suçlandırılmalarıydı.. Bakmışlar ki "Katil.." diye yakalanacaklar, selameti dağlara kaçmakta bulmuşlar.. Oysa mahpuslukları eşkıyalıktan.. Yakalanışları açlık yüzünden olmuş.. Düze, aşağılara inmek zorunda kalmışlar.. Mesleği eşkıyalık olan kişinin dağlardan aşağıya inmesi, yüzde doksan intihar etmesi gibi bir şey.. Düze indikleri gün, ellerinde tüfekleri çıkıvermişler 30-40 kişilik bir kervanın önüne.. "Ekmekistedik..Yiyecekbirşeyleristedik..Arkataraftajandarmalarvarmış..Hiçfarkınavarmadık..Kaçmayavakitkalmadı..Salih,kurşunubaldırınayedi..Bendetüfeğibıraktımyere.." diye anlatmıştı Ferhat Koç.. Dağda yaşadıkları süreç içinde soydukları kişilerin sayısını bilmiyorlardı.. Ama söylüyorlardı ki, yukarılarda paranın pek değeri yokmuş.. Para, dağda kişinin imdadına yetişmezmiş pek.. Siirt Mahpushanesi'nde bir başka eşkıya, Uludereli Apdülkerim.. 45 yaşlarında filan.. 5 kardeşin en büyüğü.. Konuşurken, daha doğrusu homurdanırken karşısındakine ürküntü veren bir tip.. Seke seke yürüyor.. Kurşunu yiyince topal kalmış.. Dağa çıkan 4 kardeşin 2'si öldürülmüş.. Tepesinde ip, idam ile yargılanıyordu.. Asıp asmadıklarını ise, sonraları hiç öğrenmemiştim.. Bu tipler için, onların eşkıyalıklarına dair olaraktan sorduğumda diyorlardı ki: "Geçbeyimgeç..Bunlarpisherifler..Önlerinegelenisoyarlar..Pusukurupjandarmaöldürürler..Soyduklarıvarsılmı,yoksulmuhiçbakmazlar..İcabında,tavukkesergibiadamkeserler..Hiçacımalarıyoktur.. AmaKoçeroböyledeğildir..Koçerokendisinezararıdokunmayanazararvermez.." Ehhh, yarın KOÇERO' yu anlatırız.. Hani bana randevu verip gelmeyen bir "eskizamaneşkıyası" nı..