Ağaçlar yangınlara uğradıklarında, kaçacak bir yerleri hiç yoktur.. Ve de soracak olursanız orman yangınlarına yakından tanık olanlara, onların diri diri yanarlarken feci çığlıklar attıklarını, son nefeslerini vermeden önce dallarıyla birbirlerine tutunmak istediklerini, yağmurlardan imdat istediklerini ve rüzgarları lanetlediklerini söyleyeceklerdir sizlere.. Hayret bir şeydir ki, bu yaz ağaçlar ve ormanlar pek bir telefata uğramadılar.. 10-15 gün önce Fethiye ve Bodrum'da 65 hektarlık bir arazi, bir de Antalya dolaylarında daha az bir yer.. Anımsayın ne biçim yanardı oraları.. Bodrum, Marmaris ve hakeza çıplak toprağı altın eden o yerler.. Nasıl yakarlardı ağaçları ve ormanları.. İnsanların insanları yaktıkları bu ülkede ormanları yakmak ne ola ki? Kemansesiylebüyüyenağaç.. Neyse, dedim ya, bu 2005'in yazında öyle fazla bir belaya uğramadılar.. İmdi ben, evindeki kedisine, köpeğine, kuşuna müzik yapan insanlar tanıdım.. Bildim.. Ama ilk kez yıllar önce Sultanahmet'te görmüştüm.. Bir ağaca keman çalan bir adam.. Ulan bir adam, bir ağaca sevgiyle, aşkla keman çalıyordu, kafeşantanlarda sevgililere çalınacak, çaldırılacak kemanlardan daha coşkulu bir hallerde.. Heyyy, duydunuz mu, aynen öyle.. Yineliyorum, bir adam bir ağaca keman çalıyordu.. Sonra sormuştum, söylemişlerdi.. Hep yaptığı bir işmiş o.. Haftanın üçbeş günü gelip, ağaca keman çalarmış.. Görmesini bilen gözler görürlermiş ki, ağaç suskun ama mutlu, keman çaldığı sürece dalları, yaprakları bir başka daha güzel, öyle dinler sonra alkışa dururmuş dallarıyla, yapraklarıyla.. Adam ağacın, fidanlığından bu yana tanışı ve aşinasıymış.. Ağaççığını müzikle büyütmüş, keman sesiyle her gün biraz daha yeşertmiş, güzellemiş, kuşlarla aşıkdaşlık ettirmeye başlamış.. Bu dediklerim, hikaye filan değil gerçek.. Bazı bazı, en çok inanılmaz olanlar gerçeklerdir.. Bir dahaki gelişimde -Umarımolmaz..- bu ciyfe dünyada bir ağaç olursam, bana keman çalan bir insanı nasıl, ne biçim bir yeşile boyardım bilemezsiniz.. Bütün kuşlarımı hep başımın üstünde uçuşturaraktan.. Yangınlar.. Nerede bir yangın çıksa içim kavrulur.. Hele orman yangınları.. Ağaçlar bir yerlere hiç kaçamazlar da ondan.. O yüzden.. Olaya hiç "Şukadarhektarormanyandı.." diye bakmam.. Tek tek ağaç olurum.. Her ağaç ile birlikte yanarım bir süre.. O canlıların çektikleri, hissettikleri acıları duyumsamaya çalışırım.. - Epeyinsanımızdayandıçolukçocukbuyaz..Heleonlar,heleonlar..Heleheleanalarının,babalarınınkilitleyipgittikleriçocuklarkiençokonlar..Güneşte yanmalar başka.. Ateş yangınları başka.. Yine ağaçlara dönelim.. Her orman yangını, beter bir iş.. Ama ne zaman Marmaris'ten yangın haberleri gelse, oralarda ormanlar acımasız bir şekilde yanmaya, yakılmaya bırakılsa, hep çocukluğum yanıyormuş gibi bir hisse kapılırım.. Bu yıl o havalide benim çocukluğumun ağaçlarının torunları hiç yanmadılar.. Şükür.. Babam, "Dönbabadönelim.." bir memurdu.. Bir o kentte, bir başkasında.. Ben ilkokulun büyük bir bölümünü Marmaris'te okudum, orada bitirdim.. O, yeşille mavinin sarmaş dolaş olduğu deniz ülkesinde.. Bir yanımız deniz derya, öbür yanlarımız tekmili birden bir ağaçistan.. Ferah, faruh bir gökkubbe.. Yemsiz oltalara takılan bir balık mahşeri.. Mavinin hasını, yeşilin görkemini ben orada öğrendim, belledim ilk.. Oysa deli dolu cehennem bir dünya savaşı yanıbaşımızdaydı hep.. Cenabet bir savaş yıllarıydı.. Marmaris'in nüfusu o zamanlar, sıksanız sıksanız bin kişiyi bulmazdı.. Savaşvardı.. Bütün dünyadan kopuk yaşardık o cennet ülkede.. Haftada bir İzmir'den kalkan, Muğla'da nefeslenen köhne bir otobüs, onun getirip götürdükleri.. Atların kuyruk kıllarından yapılmış misinalarımızla ve ağızda çiğnenmiş ekmek içi yemlerle, dünyanın en lezzetli balıklarını tutardık.. Sünger avcılarının öykülerini dinlerdik birebir.. Çoğunluk "vurgunyeme" üzerine hikayeler.. Herkesler birbirini tanırdı.. Kendi ekmeğimizi kendimiz pişirirdik.. Oğlak eti yerdik, alışık olmayanı anında sıçırtan.. Yokluk, açlık çektiğimizi hiç anımsamıyorum.. Oysa dünyanın açlıktan kırıldığı yıllardı.. Açlık haberleri, en çok karşı taraftaki Rodos Adası'ndan kokusunu hissettirirdi.. Oradaki açlığa dair feci haberler dinlerdik, ağızdan ağza dolaşan.. Günlerden bir gün, kah Almanlar'ın, kah ne hikmettir bilinmez İngilizler'in uçaklarla bombardıman ettikleri o Rodos'tan bir sandalla kaçmayı başaran ve kimbilir kaç zamanda Marmaris'e ulaşabilen, karıkoca bir de çocuklu, üç Yunanlı'nın sığınışlarını hatırlarım.. Açlıktan, susuzluktan ölmek üzere bir hallerde.. - Buİngilizleraradabir,tektükdeolsarotalarınışaşırmışuçaklarlabizimoralaradabombabırakırlardı.. Sığınmacılar; ha öldüler, ha ölecekler bir haldeydiler.. Yunanlı ağlayarak anlatmıştı ki (Giritliolduğumuziçindillerinibiliyorduk..), artık Rodos'ta yiyebilecekleri ne bir kedi, ne de köpek kalmamış.. İnsanlar açlıktan kırılmaktalarmış.. Onlara nasıl bir ikramlar, nasıl bir ikramlar bilemezsiniz.. Hayaletmek.. Ben, o zamanlar o havalide ormanların öyle şakur şukur yanıp yakıldıklarını hiç anımsamıyorum.. Marmaris'i seller basardı tamam da, ağaçlar diri diri yanmazlar, yakılmazlardı.. Dünya savaştaydı ama biz Marmaris'te deniz, toprak, yeşil, mavi ve ağaçlarla hep barışık.. Akdeniz fırtınalarla inim inim inlerken, Marmaris'in körfezi hep ütüden yeni çıkmış masmavi bir çarşaf.. (Balıklarbiryana,neçokdenizkaplumbağalarıvardı..) Mandalina, portakal, tatlı limon, turunç kokuları.. Çamlar ve diğer ağaçlar, hepimizin arkadaşlarıydı o zamanlar.. Kozalaklardan çıkan fıstıklar, bizlerin leblebi, çekirdekleriydi.. Şimdilerde, artık kocamaya yüz tutmuş bu hallarımda, geceleri uykuyu kaçırdığımda - Helehastaneodalarındaveençokoralarda.., ne koyun sayarım ne kuzu, rüyalar alemine yürümek için.. Gözlerimi sıkı sıkı yumup çocukluğumun en güzel Marmaris'ini, denizle kucak kucağa bir buğday tarlasını, narenciye kokularını, püfür püfür bir rüzgarı, yeşili, maviyi ve denizi, yani çocukluğumu çıkartırım belleğimin en karmaşık koridorlarından ve geçerim kendimden..
***
Göçüp gittiğimizde, mezarlıklarda yalnızlığımızı paylaşan ağaçlar.. Yineliyorum, bir dahaki sefere bir ağaç olarak gelirsem bu kavanoz kıçlı dünyaya, bana keman çalacak bir insanımın olmasını isterdim.. Ve öyle bir şey olduğunda, içime nasıl bir su yürür, yeşili nasıl bir yaprağa, yapraklara dönüştürürdüm bilemezsiniz ve çok şaşarsınız..
***
50 yıllık arkadaşım, dostum Özkan Şahin, her yaz mevsiminde başımın etini yer, Marmaris'te beni beklediğine dair.. Hep "Bakarız.." derim, gitmem.. Gitmem, çünküm ben bu şimdiki hallarımla oralara gitsem ve orada deniz kıyısında oltasını denize atmış çocukluğumla karşılaşsam, ona ne derim.. Bırakın, çocukluğum kendi hallarında kalsın.. İyi oldu.. Bu yaz, ağaçları çok yakarak öldürmedik..