Güncel | Yazarlar | Güne Bakış | Ekonomi | Aktüel | Magazin | Spor | Televizyon | Papatya | Astroloji | Ana Sayfa 31 Ağustos 2005

Dünkü gün..

Dünkü gün 30 Ağustos idi..
Hani "26 Ağustos gece sabaha karşı / Topların çelik ağzı, çaldı bir hücum marşı" ile başlayan o destan..
Türk durduğu sürece, dört gün dört gece kutlanması gereken bir bayram.. Türk'ün Kurtuluş Savaşı.. Bir bayram ki 40 Kurban Bayramı'na değişmem.. Çünkü 30 Ağustos olmasa, bugün Türkiye ve Türkler yoktu..
29 Ağustos Pazartesi gecesi, bütün televizyonlara geze dolana baktım, bakındım.. 30 Ağustos'tan tek satır yok.. Sadece 00.00'dan sonra "Laf ola beri gele.." bir bayrak amblemi ve her türünden alafortineden çükündürük futbol muhabbetleri..
Eğer asker olmasa, 30 Ağustoslar'ı kutlayacak pek sivil ahalimiz kalmadı zannımca..
Kimsenin, Kürt aşiret beyi Hamo Ağa'nın Boğaz'daki yalısında oğlunu damat ettirirken gökyüzünde patlatacağı havai fişeklerin mertebesine ulaşacağını hiç beklemeyin..
Ulan 30 Ağustos'un, Bülent Ersoy Bey Hanım'ın anlatıları kadar kıymet-i harbiyesi yok artık bu Türk ellerinde..
Kendi tarihlerinden habersiz yığınlar..
Çarşıpazarlarda limon satan, badana boya yapmak için kuyruğa giren, kendileri devamlı meydan muharebeleri veren günümüz öğretmenlerinin, öğrencilerine 30 Ağustos'u anlatacak halları hiç yok ki..

Mustafa Kemal anlatısı..
Mustafa Kemal Paşa anlatısıdır:
"Efendiler, 1922 Ağustos'unun 30'uncu günü, saat 14.00'te Zafer Tepe'ye gelmiştim. Kahraman 11'inci Fırkamız, karşı tepelerde mecbur edilen düşman asli kuvvetlerine taarruz için yayılarak ilerliyorlardı. Çal Köyü alevler içerisindeydi. Düşman kuvvetlerini tamamıyla sarmak ve inatla savundukları tepelere süngü hücumu ile girerek kati netice almak lazımdı.
11'inci Fırka'nın kahraman kumandanı Derviş Bey (Paşa), bizzat ileriye atılarak bütün kuvvetleriyle düşman mevzilerine ilerliyordu. Kolordu Kumandanı Kemalettin Sami Paşa, güneyden ve batıdan saldırttığı bütün kıtalara hareketlenmelerini hızlandırmak ve şiddetlendirmek için emirler gönderiyordu.
Süvari kolordumuzun daha batıdan, düşmanın arkasını kesmek üzere olduğu haberini, bana bir süvari zabiti getirdi.
Arkadaşlar, saatler ilerledikçe gözlerimin önünde gelişen manzara şuydu: Düşman başkumandanının şu karşıki tepede son gayretle çırpındığnı görür gibiydim. Bütün düşman mevzilerinde büyük bir heyecan vardı. Artık toplarının ve mitralyözlerinin ateşlerinde, sanki öldürücü hassa kalmamıştı.
Bu ovanın kuzeyinden ve güneyinden birbirlerini takip eden avcı hatlarımızın guruba yaklaşan ve güneşin son şualarıyla parlayan süngüleri, her an daha ileride gözüküyordu. Düşman mevzilerini sarsan bataryalarımızın fasılasız ve acımasız amansız ateşleri, onları içinde barınamaz hale getiriyordu. Güneş batıya yaklaştıkça; ateşli, kanlı ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğu bütün ruhlarda hissediliyordu."

Türkler geliyor..
Ernest Hemingway, o zamanlar genç bir savaş muhabiriydi ve Yunan orduları ile birlikte Anadolu'daydı.. Şimdilerde her hafta üçdört TV kanalında dönen ünlü "Klimanjoro'nun Karları" isimli eserinde, o günlerden söz eder.. Yani Türk'ün Kurtuluş Savaşı'ndan..
"Yeni gelmiş, hiçbir şey bilmeyen Yunan subayları komutasında hücuma geçtikleri yerde, Yunan topçusu kendi kuvvetleri üzerine ateş açmıştı. İngiliz gözlemcisi çocuk gibi ağlıyordu. Hayatında ilk defa, burunları sivri pabuçları havaya dikilmiş, beyaz eteklikli ölülere rastlıyordu.
Türkler sımsıkı yığınlar halinde, koşarak geliyorlardı."

***

Ve bozguna uğramış Yunan kuvvetlerinin başkumandanı General Trikopis, çok sonraları anılarında söylüyor ve yazıyordu ki:
"Erzak bitmiş bulunuyordu. Piyade noksanı hissediliyordu. 9'uncu Tümen'in cephanesi çoktan bitmişti. Hiçbir tümen ve kolordunun telefonları işlemiyordu. Uzun yürüyüş derinliği vücuda getiren ordu ve kolorduya bağlı birliklerde, düşman (Yani Türkler..) müthiş tahribat yapıyorlardı. Derin bir vadide, büyük bir karışıklık meydana gelmiş ve başlayan panik bütün birliklere sirayet etmişti."

Mahşer..
Ve Kemal Tahir'in yakıştırmasıyla Sarı Paşa; Mustafa Kemal, anlatmaya devam ediyordu:
"Muharebe meydanında dolaştığım zaman, ordumuzun kazandığı zaferin azameti ve buna karşılık hasım ordunun uğradığı felaketin dehşeti beni şaşırttı. Sırtların gerilerindeki bütün vadiler, bütün dereler, kapalı, örtülü yerler, bırakılmış toplar, otomobiller, namütenahi terk edilmiş teçhizat ve malzeme ile yığınlar teşkil eden ölüler, toplanıp karargahımıza sevk edilen esir kafileleriyle hakikaten bir mahşeri andırıyordu.
Kazandığımız meydan muharebesinin, bütün seferi sona erdirebilecek bir azamet ve ehemmiyeti olduğunda ittifak ettik.
Şimdi Bursa üstüne çekilen düşman kuvvetlerini mahvetmekle beraber, bütün asli ordumuzla İzmir'e yürüyüşe geçtik."

***

Dünkü gün 30 Ağustos idi..
Ama zannım odur ki bizim daha çok 30 Ağustoslar'a gereksinimimiz var..
Ve de yanda, getirilip "Kendi vatanında yatsın.." diye bir ağaç altı bile çok görülen Nazım Hikmet'in Kurtuluş Savaşı Destanı'ndan iki küçük bölüm..
Okullarda çocuklarımıza o destan okutulur mu acep?

***

Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki, şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar, "Üç" dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu.
Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkla akan bir yıldız gibi kayarak,
Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.
.............................................
Solda, ilerideydi Ali Onbaşı,
Kan içindeydi yüzü gözü.
Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala.
Kaçanı kovalamıyordu yalnız ulaşmak da istiyordu bir yerlere
ve sadece kahretmiyor, yaratıyordu da.
Ve kılıçların, nalların, ellerin ve gözlerin pırıltısı,
art arda çakan aydınlık bir bütündü.
Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü ve şu türküyü duydu:
"Dörtnala gelip uzak Asya'dan Akdeniz'e,
bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim.
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim..."
Sonra.
Sonra, 9 Eylül'de İzmir'e girdik ve Kayserili bir nefer,
yanan şehrin kızıltısı içinde gelip öfkeden, sevinçten,
Ümitten ağlıya ağlıya,
Güneyden kuzeye, doğudan batıya,
Türk halkıyla beraber seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i.
Ve biz de burada bitirdik destanımızı.
Biliyoruz ki layığınca olmadı bu kitap,
Türk halkı bağışlasın bizi, onlar ki toprakta karınca,
suda balık, havada kuş kadar çokturlar,
korkak, cesur, cahil, hakim ve çocukturlar
ve kahreden yaratan ki onlardır,
kitabımızda yalnız onların maceraları vardır...
Fax : 0212 2815840
GÜNCEL
1 1 kuruşun hesabı
Bartın Vergi Dairesi, geçen yıldan 1 kuruş vergi borcu kalan...
Bitsin bu acı!
Her cepte bir silah!
Hainler halkı vurdu
Piyangodan polis çıktı!
Pota faciası
Bonkör baba!
SPOR
Fener Fener söz kesti
Fenerbahçe, Real Sociedad'da oynayan tecrübeli yıldızı ocak ayında...
En ağır program
Yönetim oh çekti
Sanatçı Heinz
70 milyonu sevindirin
Gerets: Hediyemiz şampiyonluk...
Çok az kaldı!
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
HAVA DURUMU
ISTANBUL - Açık 28 C,Açık 19 C
ANKARA - Par. Bul. 28 C,Par. Bul. 13 C
IZMİR - Açık 37 C,Açık 21 C
ANTALYA - Açık 31 C,Açık 22 C
ADANA - Par. Bul. 31 C,Par. Bul. 22 C
EKONOMİ
IMKB E: 30.025,670 D:% 0,02
DOLAR S: 1,357 D:% -0,18
EURO S: 1,667 D:% -0,09
AKTÜEL
GÜNE BAKIŞ
EKONOMİ
GÜNCEL
     
  Güncel | Yazarlar | Güne Bakış | Ekonomi | Aktüel | Magazin | Spor | Televizyon | Papatya | Astroloji | Ana Sayfa
     
     
    Copyright © 2003, 2004 - Tüm hakları saklıdır.
Merkez Gazete Dergi Basım Yayıncılık Sanayi ve Ticaret A.Ş.
Üretim ve Tasarım  Merkez Bilgi Grubu