İstanbul, son 5-6 gündür, "dünyanınensıcakArabistan'ı".. Ajanslarda, TV haber bültenlerinde hep aynı söylem: "Mevsimnormallerininüstündeseyredensıcaklıklar.." Her gün, her gece biraz daha sıcak.. Çok ve zalim, rutubetli bir sıcak.. Yapış yapış, aşırı tacizci, sapık bir sıcak.. Kocaman bir kazanda haşlanan mısırlara döndük.. Gayya Kuyusu'nun oralarda, pikniğe çıkmış şaşkın garibanlar gibiyiz.. Ateş dansları yapıyoruz.. Zaten hallarımız sarkık bir hallar, şimdilerde ise daha sarkık, büsbütün sarkık.. Bu gidişle, Temmuz kendisine küfrettirecek ki çok hak ederek.. Önceki gün temizliğe gelen yardımcı kadınım Nurgül, sıcak yorgunu hallarımı görünce: "SizenevereyimHalitBey?" diye sordu.. Söyledim ki o iç yangınlığımla: - Oenbüyükbardaklarındanbirinebuzdoldur..Üstünedetonikdök..Amabuzçokolsun.. Ve o "Buz.." lafı, kafamda kampanalar çaldırdı.. Ula heyhat, bizler ne çorak bir arazide akıp gitmiş çocuklardık.. Buzunmacerası.. O zamanları bayağı anımsıyorum.. "Bayağıbayağıanımsıyorum.." lafın gelişi.. Çok iyi anımsıyorum.. 1940'lı yılların sonları, 1950'lerin başları.. Çocukluğumuzun en başıbozuk, en eşkıya yılları.. Ve de biz çocukların, o Temmuzlar, Ağustoslar'da.. O kahır sıcaklar bastırdığında, en birinci görevimiz ve derdimiz, "buz" peşinde koşuşturmaktı.. Yani o zamanların buz satan yerlerinin önlerinde nöbete girerdik.. Evlerde, hanelerde, sokaklarda, mahallelerde, o iş çocukların göreviydi.. Nasıl kovalardık Rabbim, sıcağın perişan ettiği bu şehirde buz kalıplarından bir parça edinmeyi, nasıl.. Kuyruklara girerdik buz satışı yapan yerlerin önlerinde, daha çok çocuk.. Ne biçim bir angarya işti bilemezsiniz çocuk kafalarımızda.. Küçük küfeci çocuklar, akranlarımız, sırtlarındaki küfelerinin içinde talaşlara bürünmüş buz kalıplarını getirip yığarlardı yerlere.. Sonra satıcı, bir testere ile ve göz kararı ile bekleyenlere, kuyruktakilere, kilosu kaç kuruştan şimdi bilemem buz keserdi işte.. Buz vaziyetleri öyleydi işte İstanbul'da.. "Buzdolabı.." mı dediniz.. Buzdolapları falan daha pek yoktu İstanbul'da.. Belki bin evin birinde.. Sayıları çok az varsılların "Westinghouse" diye, öyle acaip, her şeyi buz eden, kendi kendilerine buz üreten makinelerini işitirdik işte.. Bizler dolap olarak, "teldolap"ları bilirdik.. O tel dolaplar ki günübirlik pişirilen yemeklerin ve bilcümle diğer azıkların muhafaza edildiği, haşareden, sineklerden korunduğu, çoğunlukla duvar raptedilmiş bir şeyler, bir yerler işte.. Kuyusoğutmaları.. Ama o kadar da uzun boylu değil ha.. Kavunlar, karpuzlar, şeftaliler, üzümler, filelere konulup bahçedeki kuyuya sarkıtılırlardı soğumaları için.. İçlerindeki suyu durdukları yerde soğutan sırlı testiler zamanlarıydı o zamanlar.. Onlar bile boğazları iplerle bağlı, kuyulara indirilirlerdi.. O zamanlar, yani benim ete "Mama..', çüke "Sopa.." dediğim o devirler, İstanbul evlerinin çoğunda bahçeler ve bahçelerinde kuyular bulunurdu..
***
O yaz tatillerinde, halam kadının Süleymaniye'deki evlerine demir attığım zamanlar, evdeki en küçük kişi olarak görevim, akşamüstü Şehzadebaşı sinemalarından birinden ya Tarzan ya Baytekin olarak çıktıktan sonra eve b uz götürmekti.. Buzun parası, hiç dokunulmamak üzere bir cebimde saklı dururdu.. Oturduğumuz semtin, hemi de mahallemizin en birinciye bakkalı Şinasi Abi'ydi.. (Rahmetleyatsın..Bütüngazeteleri,dergileri,yazılıbasılı,nevarsaonundükkanındabedavayaokurdum..) Şinasi Abi'nin bakkal dükkanında iğneden ipliğe, peynirden zeytine, helvadan sucuğa, pastırmaya, her şey bulunurdu.. Dükkanın ağaç altı ön kısmında sebze, meyve.. Ve o havalinin buzunu satmak da onun işiydi.. Buz kalıpları, küfeci çocukların küfelerinde ona gelirdi.. Zaman, bakkalların zamanıydı.. Çoğunlukla, mahalle muhtarlıklarını bile onlar yaparlardı.. Ve Şinasi Abi'nin kestiği buz kalıbını alır, bir ip tedarik etmişsem ona bağlar, yoksa talaşların üstüne yatırıp eve doğru koşuştururdum, ellerim donaraktan, kıçım yanaraktan, yarısını eriterekten.. Buz, o zamanın evlerinde akşam yemeklerinin en büyük ritüeliydi.. Kırım kırım kırılarak sürahilere konulan o buz parçacıkları; sofraya ayrı bir tat, bir revnak verirlerdi..
NazımHikmetyazısı.. Bilirsiniz muhakkak, Nazım Hikmet'in şiirlerinden gayri düz yazıları, köşe yazarlığı da vardır.. Daha ben doğmadan önceki yıllarda.. 1931'li yıllarda, "YeniGün" gazetesindeki bir köşesinde, bir yazı makale yazmış "buz" a dair.. Neler mi yazmış? Aynen aşağıda: "Hanikardeşimhiçdüşünmemiştimşimdiyekadar.'AcababenimfıkralarımıİstanbulBelediyeReisiokuyormu?'diyehiçaklımagelmemişti.Fakat,şimdi'HiçolmazsaşufıkramıBelediyeReisi,hattabelediyememurlarıokusunlar'diyecanatıyorum. İstanbul'un"Kadıköy"diyeanlatılanbirsemtivardır.Kalabalık,nüfusukarışıkbiryerdirburası. Ben,senelerdirKadıköy'deotururum.Nemelazım,abuhavasındangayetlememnunum.Çarşısından,pazarından,esnafından,arabacılarındanbirşikayetimyoktur.Kışın;oduncuları,kömürcülerioldukçainsaflıdır.Velhasıl'YaşasınKadıköy'diyenarayıbasarımama!Amasıvarişte! Busıcaklarda,Kadıköy'deyandımbuzunelinden!Belediyeninçarşıdabirtekbuzdeposuvar.Bubuzdeposu,Kadıköylüleriçinbircehennemazabı,işkencelerodasıgibibiryerdir. Kalkarsınevinden,'İkiokkabuzalacağım'diyeyürürsün.Depoyaulaşırsın.Deponunönümahşerdennumune.Beklersinbiryarımsaat.Nihayetikiokkabuzunuverirlereline.Yahukardeşim,biriplefilanbağlamadan,elinebirkalıpbuzusıkıştırıverirler.Artıkevegelinceyekadar,parmakların,bütünvücudunbuzkesilir.Buazapyetmiyormuşgibi,ikiokkalıkbuz,yoldaeriyeeriyeyarımokkayainer. EyyyBelediye,neolur,Kadıköykalabalıkbirsemttir.Bize,birtekbuzdeposuazdır.İnsaf!Muhtelifyerlerdebirkaçbuzdeposudahaaçılsın,buzlarbiripparçasıylamüşterilereverilsin.Müşterilerinparmaklarıkangrenolmaktankorunsun. Zirakiyandımbuzunelinden."
***
Ve de günümüzde iki kapılı, üç kapılı, dubleks, tripleks buzdolapları.. Derin, en derin dondurucular.. O buz peşinde koşuşturduğumuz günler, masal gibi geliyor insana.. Sıcak.. Çok sıcak.. Tül perdeler, hele geceleri hiç kıpraşmıyorlar.. Ulan soğuktan donup ölmeyi anlarım da, bu sıcaklardan mortlayıp gitmeye hiç aklım basmıyor.. - HeyNurgül,banayinebirbüyükbardaktaçokçabuzlubirtonikdaha..Ormanyangınlarındayımyafu..