Ulan içmezsin de ne yaparsın bilader? "Türk halkı bizi neden sevmiyor?" diye yakınan Amerika, en yetkili ağızlarıyla söylüyor ki: "Türkler, PKK ile hudutları içinde mücadele edebilirler.. Ama dışarılara taşamazlar ve de o konuda insan haklarına saygılı olmalıdırlar.." Bu eşkıya makuleleri, senin topraklarını mayın tarlasına çevirecekler, gepgenç canları, çoluk çocuğu, asker, polis, memur, öğretmen demeden kıyımlara uğratacaklar ve o melunlara insan hakkı tanımak ha.. "Anan güzel mi?" diye sorarlar adama.. Daha dün Kuşadası'nda can alan canlı bomba.. Eşkıya, yol kesip araba soyuyor, askerini kaçırıyor ve onlara insan hakkı ha? "İnsan hakkı.." diyen Yankiler, daha üç-beş gün önce Los Angeles'ta bir baba ile 19 aylık kızını kurşuna dizip öldürdüler sokak ortasında.. Olayı gözyaşları içinde izleyen anne, "Kocamın işleri ile ilgili sorunları vardı.. Onları polis öldürdü.. En az 300 el ateş ettiler.." diye anlatıyor.. Ulan içmezsin de ne yaparsın bilader? Irak'ta çocuk katliamları.. Irak'ta, Filistin'de o kadar çok çocuk öldürüldü ve öldürülüyor ki, cennette boş yer kalmadı artık.. İçmezsin de ne yaparsın bilader? Enflasyon düşmüş, düşüyormuş ha.. Bir kez daha söyleyeyim, bu bizim ellerde enflasyon, cemreler gibi! Hani havaya, karaya, suya düşen cemreler var ya, aynen onlar gibi.. "Birinci, ikinci, üçüncü cemreler düştü.." diye yazar takvimler ve gazeteler.. Cemreler düşer de, düştüklerini hiç kimse görmez.. Aynen öyle.. Daha üç gün önce, bana bir kilo soğanı 2 milyon 500 bin liradan soktular.. En ucuz, en anlı şanlı marketlerimizden birinde.. İsmini yazsam, başıma iş alırım.. Ama verdikleri makbuz bende mahfuz.. Bir de tüpgazlara yapılan acaip sokuntu.. Enflasyon düşmüşmüş.. Ulan içmezsin de ne yaparsın bilader?
Çardak altında öğle rakısı.. Hadi hafifletelim muhabbeti bu pazar günü.. Hani yazdım ya "İçmezsin de ne yaparsın bilader?" diye.. Allah'ın gücüne gitmesin.. Kendimin bildiği bir şeyi, ne ondan, ne de kul kısmından saklayacak hallarım yok yani.. İşte nefsime tüküreyim, canım mı çekti ne? Hiç kalımı olmayan, bir ölümlü dünya.. İçim mi çekti ne erenler, muhteremler.. Şimdi denize yakın bir yerlerde, bir çardak altında, şöyle bir öğle rakısına oturmak.. Ama çokça muhabbet, ama içlerinde hiç ölümler, kıyımlar olmayan, hep gırgır, şamata anlatılar.. "Geldik, gidiyoruz, vur kıçına rahvan gitsin.." fasilesinden sohbetler.. Yafu şimdi düşündüm de, ne içerdik, hani ben şahsen o anamın örekesini görmeden önce.. Filler gibi.. Sözüm meclisten dışarı, kendi hesabıma ayılar gibi.. İmdi "Ayılar gibi.." dedim ya.. Geçmiş zamanlarda, "Süs olsun, püs olsun, yalnızlıklara merhem olsun.." diye değil, gerçekten o daha yitip gitmemiş insanlığımızla, gönüllerini hoş etmesini bilirdik çevremizde yaşayan hayvancıkların.. Size yemin, "Bir ayıya keyif olsun, kıyak olsun.." diye viski ısmarlayan gönlü temiz adamlar da vardı aramızda.. Yoo, sakın ha.. Zinhar yanlış anlamayın.. İnsanın ayı kısmına değil katiyen.. Viski içen ayı.. Yani bildiğimiz basbayağı bir boz ayıya.. Şimdi sanmam ki hala oralarda olsun.. Mümkünsüzün mümkünsüzü bir iş.. Belkim çoktan ölmüştür.. Her ne hal ise.. O viski tutkunu ayı, Yalova ile Karamürsel arasında bir benzin istasyonunda yaşardı.. Ve de söylediğimce viskiye fena tavdı.. Görenler, bilenler, hatırlayanlar, tanıyanlar iyi bilirler, o ayı adam gibi içerdi.. Hemi de bazı adam geçinenlerin, içtikten sonra ayılaşanların, üstlerine kusup, altlarına sıçanların aksine, tam tersine.. Kafayı bulunca ne bir sarkma, ne de bir bulaşıklık.. Ne silaha sarılıp oraya buraya sıkmalar, ne taşak hallerde trafiğe çıkıp can almalar, ne de "Beni kimseler anlamıyor.." diye salya sümük ağlamalar.. (En ufak abartım varsa öleyim.. Dediklerim gerçektir..) Gerçek bir ayı olduğu halde, insanca ayılaştığı hiç görülmemişti.. O ayı, viski bulamazsa, şaraba da fitti.. Bir kusuru, kendisine içki dayanmamasıydı.. Pezevenk, bulduğunda tanker yükü göçürürdü.. Ayının alkole aşırı tutkunluğu ne olmalı? Demek ki halledemediği sorunları, acayip bunalımları, anlaşılmama şikayetleri, terk edilmişlikleri ve korkuları vardı.. ("Nereden biliyorsun?" diye sormayın.. Ben kendimden bilirim..) Yoksam durduk yerde, neden ve niçin kendisini alkole vursun.. Yoksam bazılarının yaptığınca, ayıcık da içerek acep kendinden mi kaçıyordu? İlk kez ben orada bir ayının gerçek anlamda alkolik olduğunu görmüştüm.. Ve de şaşmıştım ki, çokkk! Çünküm, insan kısmının ayısı pek alkolik olmazdı da ondan.. Ben fakirin de hoş zamanlarıydı o zamanlar.. Özel onu görmeye gitmiştim, çevremdeki insan kılıklı tonla ayıya inat.. Ve içişini gördükten sonra -Benim de hoş zamanlarımdı hani..- acayip keyfe durmuş ve de "Gel seni bir öpeyim.." diye seğirtmiştim.. Güç engellemişlerdi..
'Oha ayı, çüş biraz..' Ayı, viski ve şarap bulamayınca, yani ısmarlayan olmayınca, gönülden kopan kolalara, gazozlara vuruyordu kendisini ama, hiç kulak asma.. Anlatmışlardı ki "Günde 60 şişe meşrubat az geliyormuş.." diye.. Demek ki "Oha, ayı çüşşş!" lafı buradan mülhemmiş.. Şimdi burada itirafımdır, ben şahsen ayıya viski ısmarlamamıştım.. Ismarlasam, kendime ısmarlayacaktım.. Zaten o günler, insanın ayı kısmına içki ısmarlamaktan gına getirmiştim.. Ayıya, bir bira söylemiştim.. Şişeyi dişleriyle açıvermişti şıpın işi.. Hiç şaşmamıştım.. Bizim eski Aksaray'da da vardı, gazozları filan dişleriyle açan yarmalar.. Ayı, birayı hop ettikten sonra bir böğürmüştü ki, ula sanmıştım eski Tarzan filmleri.. Sonra bana anlatmışlardı, "O böğürme değil, geğirme.." diye.. HHH Sizler aldırmayın bizim bazı atasözlerimize.. Hani birisi der ki onların: "Yüz verdik ayıya, gitti sıçtı halıya.." Ve dahi bir başkası: "Ayıya gül vermişler, almış kıçını silmiş.." Bugünümüzün rezil, hep kan içmekten hoşlanan vahşi insan dünyasında, ben sarhoş, mayhoş ayılara kurban olayım..
Ayılı bir anı.. Laf, ayılığa dair olunca, geçenlerde ölümünün bilmem kaçıncı yılında, Aşiyan'daki mezarı başında anılan Şükrü Gülesin düştü aklıma.. Beşiktaş'ın o efsane futbolcusu.. İtalya'da oynadığı yıllarda da büyük nam yapan, şan yapan o güzel adam.. Bir gün onunla Krapen Pasajı'ndan geçiyoruz.. Pasajın iki taraflı sıralanmış meyhaneleri, öğle rakısına oturmuş kişilerle dolu.. Ve onların birinden bir nara patladı: - Ayııı!.. Şükrü, o devasa cüssesiyle çakılıp kaldı.. Ben de durdum.. - Ne oldu Şükrü? - Birisi bana seslendi.. - Yafu bırak şimdi.. Tek ayı sen misin buradan gelip geçenlerin arasında.. - Bana bak, küfrettirme kendine.. Yürü.. Yürüdük.. Krapen Pasajı'nın hemen yanı başındaki Çiçek Pasajı'nda, bir meyhaneye çöktük.. Bir küçük votka söyledi, bir elma soydurdu.. Küçük votkayı ikimize böldü.. Yarım saat sürdü sürmedi.. Hafif ısınmış, kalktık.. - Haydi, yürü şimdi.. - Nereye? - Krapen'de demin beni çağıranı bulmaya.. İlk istasyon Neşe Meyhanesi oldu.. Ve elimizle koymuş gibi bulduk o "Ayııı!.." avazesini salanı.. Masa yüklü.. Cahit Irgat, Özdemir Asaf, ressam Erdoğan Değer, Dürnev ve Pertev Tunaseli ile birkaç kişi daha.. Şükrü, Pertev'e "Demin bana seslenen sendin değil mi?" diye sordu.. Pertev cevapladı: - Tabii, başka kim olacaktı.. İki kıçlık yer açıldı, masaya çömdük.. "Öğle rakısı.." diye oturduk, harala, şurala gece yatsını ettik, şiirler, antılar, gülmeler ve tadına doyumsuz muhabetlerle.. (Ha, bu Pertev maç spikeriydi.. Ve üstüne kimse yoktu o konuda.. Mikrofonda maçı anlatmaz, yaşardı.. Ve günlerden bir gün Fenerbahçe-Galatasaray mı, yoksam Fenerbahçe-Beşiktaş mı, bir maçı anlatırken, Fener golü atınca trans haline giriverdi.. O zamanlar televizyon daha hiç bilinen iş değil.. Türkiye maçları radyodan dinlerdi.. Golü atınca, Pertev mikrofonlara delleniverdi.. Devletin mikrofonlarına hemi de: - Geçirdikkk.. Fener geçirdi! Fener geçirdiii!.. Aslında ertesi gün Pertev'e geçirdiler.. Anında şutlandı spikerlik görevinden ve bir daha da hiç maç anlatmadı.. Anlattırmadılar.. Ne içerdik be! Ayılar gibi.. İçmezsin de ne yaparsın bilader?