Son yıllarda bana bunu hep yapıyor İstanbul.. Hele bu mevsimlerde, sıcaklar gelip iyice oturunca.. Gecenin çoktan yarıyı aşmış bir saatlerinde, bütün pencerelerim açık, camlardaki tüller en hafif bir esinti ellemesine hasret, öyle kıpırtısız dururlarken ve dışarılarda bir yerlerde ara sıra bir köpek yalnızlıktan ağlar, ulurken.. Bana bunu hep yapıyor İstanbul.. Çaresizliğimi, yorgunluğumu, bir başıma kalmışlığımı bildiği halde, bu sıcak yaz gecelerinde bana bunu hep yapıyor İstanbul.. Eski tanışlarından, eski sevdalılarından biri olduğum için mi acep? Hep şikayetler, şekvalar, inildemeler, yardım, imdat çağırmalar.. Bu yaz gecelerinde, çok zalim saatlere kadar oturuyorum kendi kendimle.. Levent'in oralarda.. Şehrin eğlencesinin, paranın bol olduğu yerlerin, havai fişek gürültülerinin dinmesini bekleyerekten.. Hele hele cuma, cumartesi, bir de pazar geceleri.. Ben, hep çok geç saatlere kadar oturuyorum.. Hatta sabah ezanlarına kadar bazı bazı.. (HastaneodalarındanasılbeklerdimRab'bimosabahezanlarını..Nasıl.."Yenibirgündoğuyor.."diyenasılarzuyla,iştahailebeklerdimnasıl,bilemezsiniz..) Ve bu rezil İstanbul eğlencesi; içkisi, sefası bitince, elalem uykuya düşünce, açık pencerelerimden içeriye, bana ağlıyor.. Rimelleri akmış, makyajı yekpare bozulmuş, takma kirpikleri düşmüş, açık pencerelerimden içeriye, bana sızıldanıyor.. Vaktiyle kendisini sevmiş, bütün müşterilerinin yitip gittiğini görmüş, eski bir konsomatris gibi sessiz çığlıklar atıyor yaman bir yalnızlığın, olmazca çaresizliklerin içinde.. Yeni baştan bir beraberlik öneriyor bende iş işten geçtikten sonra.. Bana bunu hep yapıyor bu mevsimlerde.. Birlikte kahırlar çekiyoruz.. Herkesler uykudayken, ben duyuyorum onun bağrışlarını.. Sankim bir yerleri kopartılıyor, etleri didikleniyor, yüzüne gözlerine kezzap atılıyor.. Feryatları, çektiği acılar yüzünden.. Ama bunu neden bana yapıyor? Yorgunİstanbul.. Bir yerlerine bir şeyler batırıyorlar sankim.. Sankim bir yerlerini dağlıyorlar.. Isırıyorlar.. Avuçluyorlar, buruyorlar, morartıyorlar dört bir yanlarını.. Bir yerlerini kesiyorlar, oralarını buralarını emiyorlar sankim.. Onu dinliyorum ben ister istemez.. Biliyorum o hep kalıcı, ve gidici olan ben yine de dinliyorum, çünkü eski maşukam.. Sabah ezanlarına kadar ben onu, İstanbul'u dinliyorum.. Bilmiyor değil, biliyorum.. İstanbul gündüzleri paralanıyor.. O kocamanlığı içinde oralardan oralara koşturuyor, koşuşturuyor kan ter içinde.. Acayip yorgun düşüyor.. Yollarda, caddelerde, oralarda, buralarda kah Avrupa, kah karşı yakada hep İstanbul olabilmek için uğraş verdiğinden, milyonlarca sülüğün ellerinden çektiklerinden bitap düşüyor.. Paralanıyor, imanı gevriyor.. O yüzden gecenin o dingin saatlerinde gelip beni bulması, ağlamaları, inildemeleri hiç boşuna değil.. Fukara İstanbul çok çekti, hala da çekiyor.. O yüzden ağlamaları, inildemeleri hiç boşuna değil.. Ama neden bana? Ben himmete muhtaç bir dede, nerede başkalarına yardım ede.. Siz de yapın, benim gibi gecenin en sabah ezanlarına yakın bir saatlerinde İstanbul'a kulak vermeye çalışın.. Ağladığını, inlediğini, inildediğini muhakkak duyacaksınız, eğer gönlünüz içten imdat isteyenlere açıksa.. Vapurdüdükleri.. Açın pencerelerinizi.. Sahi duymuyor musunuz? İstanbul ancak geceleri, kendisini anlayabileceklerini sandığı kişilere ağlıyor, inliyor, acı çekiyor.. O ağlamayacak da kim ağlayacak.. Havası, suyu, yeşili, mavisi, denizi, ağacı, çimeni alıp başlarını gittiler.. Denizi koli basili.. Şarkıları, şiirleri bitti.. Kuşları bile yok artık.. Eski sevdalar, eski sevdalılar, onlar masallarda.. Son kuşlar da gittiler.. Ağaçları, çiçekleri artık ithal malı.. Eskiden, "BizhergeceÇamlıca'damehtabaçıkardık.." ve de "Sandallarımızneşedolardı.." diye kıvaçlanan bu kent. "Kimkiparasıyok,oölsün.." diye rap yapıyor günümüzde.. Kapanın, kaçanın, düzmenin, düzenbazın insafına kalmış bir hallerde.. "Kuşlarbileyokartık.." dedim ya.. Serçelerin şakıyacağı ağaçları kestiler.. "Sakalar.." derseniz, aynen.. Hani nerede sığırcıklar? Kırlangıçlar? Sonra martılar, denizlerin o en güzel uçurtmaları; giden balıkların ardından çöplük kuşlarına, kargalara dönüştüler.. Yüzmeyi unuttular.. Denize küstüler.. Boğaz'da artık yunus balıkları da yoklar.. Ve vapur düdükleri de susuyormuş mu ne artık.. Boğaz'da gidip gelen vapurları da kaldırıyorlarmış, ya da öyle bir söylenti.. "Banaağlayıp,inleyipdurmaulanİstanbul..Kendinettin,kendinbuldun.." derken, o iki gün öncesi sabaha karşı, bu İstanbul bir yağmur olup ağlamaya başladı ki, vahhh eyvah.. Güç yetiştim pencereleri kapatmaya.. Sonra İstanbul, sular seller oldu gözyaşlarıyla.. Gariban kısmının, kendisinde yaşadıklarının daha farkında bile olmayan birilerinden intikam almaya kalkarcasına.. Derelerini taşırdı.. Yollarını tarumar etti.. Evleri, haneleri sulara boğdu.. Şehrin bir kısmını kayıp ülke Atlantis'e çevirdi.. Üç kuruşluk kıytırık bir gökyüzü karmaşasını, su olarak insanının üstüne döktü.. O bunu da hep yapar.. Kutu içindeki yazıda, bunu hep yaptığının anlatısı vardır..