Ula afferim bana! Ölüm, 6 yıl öncesinde "kapımdakişneyensabırsızbiratolmuşken", ama öyle ama böyle, bir Haziran'ı daha getirdim ayağıma.. Sefam olsun.. Haziran geldi.. Günlerden bugün ve "Desturbismillah.." diyerek bir Haziran daha geldi.. Kimleri alıp götüreceği belirsiz bir Haziran daha geldi.. Ülkenin her yanlarında, yağmurlarla, sellerle, dört başı mamur bir güneşe hasretlik çektirerek, bir Haziran geldi.. Ve Haziran, koluna "YeniTürkCezaKanunu" nu takmış olarak geldi ki, biz gazeteci milletinin başı gözü Allah'a emanet.. Haziran yine İstanbul'a hep son zamanlarda olduğunca; Bodrum'a, Marmaris'e, Çeşme'ye, Antalya'ya, Nice'a, Cannes'a, Miami'ye ve dahi bilcümle dış gezilerle, dış geyiklerle, kaçışlarla geldi.. Enflasyonun acayip gerilemesiyle, Türkiye'nin fevkalade büyümesiyle, Avrupa Birliği'ne gireceğimiz üflemeleriyle (Ulabizimorayaalınmamıziçin15yıllıkbirsüretanınıyor..İki-üçgünönceFransızlar'ınoABAnayasası'naFransızkalmalarındansonra,obirlik,yaniyamAB,otarihekadarkendisikalırmıacep?) yine de Haziran geldi.. Bittabi Fenerbahçe'nin şampiyonluğu ile birlikte.. Hoş gelişler etti.. Baksanıza havai fişeklerle kutlanıyor, mutlanıyor gelişi.. Müjdeler olsun, Reina ve benzeri kulüpler de açıldı.. EskiHaziranlar.. Bizim çocukluğumuzda Haziran; külahlarda vişneli, çilekli, sütlü, kaymaklı dondurmalarla gelirdi.. Bir güneş imparatorluğu olarak gelirdi.. Denize karpuz kabuğu düşürerek gelirdi.. Benim şimdi fena halde özlemini çektiğim bir zamanlarda, Haziran at arabalarına binmiş olarak gelirdi.. Küfeci çocukların küfelerinde gelirdi.. Kocamışların kemiklerini ısıtarak gelirdi.. Domates, patlıcan, biber olarak gelirdi.. Ayşekadın fasulye, sakız kabağı, araka bezelye, bamya, barbunya, enginar, vesaire vesaire olarak gelirdi ki; hepsi kul yapısı değil, toprak, yağmur ve güneş mahsulatı olarak.. "Hormon.." sözcüğünün lugatlara bile hiç girmediği bir zamanlardı.. Daha ne Haziran çeşitleri, neler neler.. Bu saydıklarımın çoğu, bahçıvanların kendileri tarafından pazarlanırdı sokaklarda, mahalle aralarında ve pazarlarda.. Haziran at arabalarında, yeşil yeşil, kırmızı kırmızı, taze taze, güneş koka koka gelirdi.. Tat olarak, iştiha olarak, kavun olarak, karpuz olarak gelirdi.. Seralar filan hiç yoktu o zamanlar.. Her sebze, her meyve, kendi mevsiminde yenilirdi.. Güneşin, yağmurun ve toprağın mahsulleriydi onlar, hiç katıksız.. Hormon, suni gübre ve her türünden yapaylık yoktu hiç.. Kent, böylesine tıkış tıkış olmadığından; kendi sebzesi, kendi meyvesi, kendi ahalisine yeterdi bazı istisnalar dışında.. "Turfanda.." denilen yazın ilk mahsullerini tatmak için, o zamanın koşullarına göre az biraz varsıl olmak gerekirdi.. Ama o "Turfanda.." denilen süreç, kısa sürede biterdi.. Arkasından bolluk.. İstanbul'un bağları, bahçeleri, bostanları yeterdi kendisine.. Haziran'la birlikte, kadın kısmının evlerde "Bugünnepişireyim?" derdi biterdi.. Kaygılanmaları, telaşeleri sona ererdi.. Mutfaklar renklenir, mutlanırdı.. Tencereler ateş üstünde coşmalara kapılırlardı.. Patlıcanın saltanatı başlardı ki, yangınlara varmacasına.. ("Patlıcanayları.."denilirdioyangınlarınaşırıarttığızamandilimine..) Sadece evlerde, icabında 10 çeşit yemeği yapılırdı patlıcanın.. Pilava revnak katardı ki başka türlü.. Şimdilerde hangi hanede pişiyor, fıstıklı, üzümlü, zeytinyağlı, patlıcanlı pilav? Hangi Çin mutfağında, hangi İtalyan, restoranında, hangi kebapçıda, hangi lahmacuncuda? Haziran geldi mi, mahallenin ekmek fırınları, evlerden gelen türlüçeşitli tepsileri beklerlerdi.. Şimdilerde her gecekonduda olan fırınlar hiç yoktular.. Fırınlık yemekler, o ekmek fırınlarında ateşe yatarlardı.. Karışık domates, biber, patlıcan dolmaları.. Ve de amanın o kabak börekleri.. Domateslegelirdi.. Şimdi anımsamalara durduğumda, Haziran en çok domateslerle gelirdi.. Meyve niyetine yerdik.. Dişi vurduğunuzda fışkırırlardı.. Arnavutköy çilekleriyle, onların kokularıyla ya da beklentileriyle gelirdi.. Balıkçı tezgahlarında mercandan barbununa, sinagritine, uskumrusuna, sübyabına kadar türlüçeşitli deniz mahsulatıyla gelirdi.. "Meyve.." desen, İstanbul'un dört bir yanları dutluktu.. Hay Allah, şimdi aklıma düşüyor da; evin bahçesindeki dut ağacının altına, temiz, tertemiz pırıl pırıl örtüler yayılırdı ve dut ağacı bir sallanırdı.. Herkesler ev ahalisi, ağacı sallardık.. Dutlar pıtır, pıtır.. Hele o hafif mayhoş kara dutlar.. İstanbul'da evler, haneler vardı.. Şimdikince ne gökdelenler, ne gecekondular.. Ne bu kadar çok zenginlik, ne bu kadar çok yoksulluk.. Her bahçede her cinsten erik ağaçları ve çağla bademlere para vermezdi çocuklar.. O zamanlar her şeyler çok lezzetliydi, belkim gelmelerini koca bir kış boyu beklediğimiz için.. Belki de burunlarımızda tüten hasretlikten.. Şimdi her mevsim, her şeyler var.. Hani adına "Aşk.." denilen koftiden şeyler gibi.. Hani eğreti sevgiler, çok yanlış evlilikler gibi.. Bizim, bizlerin, bıyıkları daha hiç terlememiş o zavallı erkek çocukluğumuzda (Ulabirkerebilekızlarlaaynıokullardaokutmadıbizizalimler..), Haziran ve Temmuz, İstanbul'a denizle gelirdi.. Kumkapı'daki, Yenikapı'daki, kızca isimler taşıyan, kızca beyaz kayıklarla, sandallarla.. Geceleri denizin üstündeki Çakır'ın gazinosunda program başlayınca, deniz o sandallarla dolup taşardı.. Ağaçaltları.. Ve Haziran açıkhava sinemaları ile gelirdi.. Her biri her gece tıkış tıkış dolu, leblebi-çekirdekli, "buzgibifrigo"lu, "32dişekemançaldıran" soğuk gazozlu, püfür püfür açıkhava sinemaları.. Haziran, Temmuz'la birlikte, kimseler bu kenti bırakıp başka bir yerlere gitmezlerdi.. Ne Bodrum bilinirdi, ne Marmaris, ne Çeşme, ne Antalya, falan filan.. İstanbul, hep her şeydi.. İstanbul'un sayfiyeleri kendisine yeterdi.. İstanbul yazlığa, İstanbul'da giderdi.. Anımsıyorum da bizimkiler ve bizler, çoğunlukla Florya'ya, oranın ağaçlıklarına giderdik.. Oralarda her ailenin, tapulu olmasa bile, bir kendi ağacı ve "oağacınaltı" vardı.. Herkes ağacını tanırdı.. Bir başkaları gelip onun gölgesinde oturmazlardı.. Cumartesi gecesinden hazırlarlardı kadınlar her şeyleri.. Zeytinyağlı dolmalar, börekler, kuru köfteler, söğüş piliçler, kızartmalar, meyveler.. Tekmil göbek Yedikule marulları.. Buğulanıp buğulanıp duran, küçük mis kokulu salatalıklar.. Yere serilmek üzere, kar beyaz örtüler ve dahi çaylar, çaydanlıklar..
***
Bizim, bizlerin çocukluğunda, Haziran ve Temmuz yaman sıcaklarla birlikte çiçeklerle gelirlerdi.. Bahçelerde, balkonlarda, saksılarda, tekmil dört bir yanlarda; hercailer, sardunyalar, rengarenk cam güzelleri, ortancalar, yaseminler, şebboylar, kadife çiçekleri, bir de benim sevdalılarım "akşamsefaları".. Beşiktaş'ın, Serencebey Yokuşu'nun oraları.. Ora evlerinin bahçeleri hep gül deryasıydı.. Ben ilk siyah gülü oralarda gördüm.. Demem o ki, çocuk gönüllerimiz, kaygılardan ırak İstanbul Haziranlar'ı görmüş adamlarız, çilek ve çiçek kokularıyla dolu.. Dudaklarımızda hala tırmandığımız ağaçlarda yediğimiz kara dutların tatları..
***
Ve bugün hesabıyla bir Haziran daha geldi, koluna Yeni Türk Ceza Kanunu'nu takaraktan.. Ama heyhat, papatyalar artık parayla satılıyorlar..