Haber, cuma gecesi televizyon kanallarına düştü önce.. Dünkü gazetelerde de vardı.. Kekeme bir vatandaş, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a bir mektup yazarak özrünü bildiriyor ve telefondan indirimli olarak yararlanmak istiyordu.. Ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım konuyla ilgili bir açıklama yapıyordu.. Bakan, Ankara'da bir açılışta konuyu gündeme getiriyor ve kekemelerin konuşmaları daha uzun sürdüğü için zaman kayıplarının çok olduğunu söyleyerek, "BudurumuTürkTelekom'lagörüşüp,indirimyapılmasınısağlayacağız.." diyordu.. Hadi hayırlısı.. Kekemegazeteci.. 1950'lerin sonunda ve 1960'ların başlarında, Babıali'nin birinci kekeme gazetecisiydi.. Allah'ın rahmeti üzerinde olsun, Özer Öztep.. Anlı şanlı bir polis adliye muhabiri ve papyon kravatlı.. Bu bizim mesleğin en süfli dalıdır, polisadliye muhabirliği.. Ama adam olana, cehd edene çok şeyler öğretir, farkına varmadan üniversite bitirten, bir büyük hayat okuludur da aynı zamanda.. Cinayet, yaralama, ırza geçme, soygun, darp, hırsızlık, trafik suçları, yağmur, sel, yangın ve akla gelebilecek her türlü beter iş, polisadliye muhabirlerinden sorulurdu.. Hele böyle olaylardan birini atlamaya görün, yediğiniz zılgıtın haddi hesabı olmazdı. Ve biz bütün polisadliye muhabirleri, hep takım elbise ve kravatlı.. Şimdilerde Cumhurbaşkanı'nın karşısına bile blucin pantolon ve tişortla çıkılıyor.. O zamanlar Özer, Dünya gazetesinin polisadliye muhabiriydi.. En şahane kekemelerdendi ama, onun bundan zerre kadar gocunduğuna hiç kimseler tanık olmamıştı.. Hatta kekemeliğinin kendisine bir ayrıcalık tanıdığı kanısını taşıdığından, halinden hoşnut bile olduğu söylenebilirdi.. Özer, kendisini sarakaya almaktan, kekemeliğiyle gırgır geçmekten acayip zevk duyardı, ister inanın, ister inanmayın.. Ve alın size kanıtı.. Yine o zamanların İstanbul Radyosu'na spiker olmak için başvuruda bile bulunmuştu.. Özer, sonraları gidip Adana'ya yerleşti.. Orada gazetecilik yaptı.. Adana kebabı yiyip, rakısını içti ve masalarda bülbül gibi şakıyarak şarkılar söyledi.. Kekemeler, her nedense şarkı söylerken hiç teklemiyorlar.. O aralarda bir de kitap yazdı ki ilk gönderdiklerinden biri de bendim: "GerçekBirKekemeden,KekemelikÖyküleri.." Şimdilerde kendisine kekeme olduğu için telefon indirimi isteyen kişi yüzünden, Özer'in kitabını indirdim raflardan.. İşte o kitaptan size birinci elden kekeme anlatıları.. '5dakika' Eski dönemlerde, ne gazetelerin, ne gazetecilerin yeterince aracı yoktu. Polis muhabiri olduğum için, Sansaryan Han'daki Emniyet Müdürlüğü Binası'ndan Babıali Yokuşu'na vurur, gazetemize gider gelirdik. Yine öyle bir gündü. Cağaloğlu'ndaki İran Başkonsolosluğu'nun önüne gelmiştim ki, baktım bizim Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Burhan Felek, otomobile binmek üzere. Bir taraftan "Bu...bu...burrrr...ha...hanağa...ağa...bey!" diye bağırıyor, bir taraftan da yokuş yukarı koşuyordum. Rahmetli üstadımız sesimi duymuş, Cemiyet kapısının önünde beni bekliyordu. Yanına ulaştığım anda nefes nefese kalmıştım. Burhan Felek, kızaran yüzüme hayretle bakıyordu: - HayrolaÖzer,butelaşniye? Bir yandan soluyor, diğer yandan da şöyle diyordum: - Ya...ya...rımsa...sa...atvak...ti...nizva...rrrmı? Üstadın hayreti daha da artmıştı: "Yarımsaatlikneişimizolacakki?" diye sormaktan kendisini alamadı. Ben, bujisi patlamış motor gibi devam ediyordum: - Ya...ya...rımsa...atvak...ti...nizvar...sa...savarsabeşda...da...kikabeşdakikako...konu...şacağımda. Rahmetli hocamla birlikte bu cevabıma dakikalarca gülmüştük. Tiyatro.. Türk sanat hayatında halkevlerinin yararları inkar edilemez. Biz de gençliğe ilk adım yıllarımızda, bu sanatsal yuvalardan feyz almıştık. Bendeniz o tarihlerde "bateri" yani davul çalıyordum. Kadıköy Halkevi Caz Orkestrası'nın yedek bateristiydim. Orkestra şefimiz, kimya yüksek mühendisliği tahsili gören klarnetçi Hulki Saner'di. Bu arada bir saptama yapalım, sevgili Saner, tahsili tamamladı, askerliğini yaptı, Amerika'ya kimya yüksek mühendisliği dalında mastır yapmaya gitti. Döndüğünde onu film rejisörü olarak karşıladık. Ne ise, konumuza dönelim. Bir gün Kadıköy Halkevi'nin tiyatro bölümünden bir arkadaşımız geldi. Sahneye çıkıp çıkamayacağımı sordu. "Ne?Neeeya....yapacağımsah...sah...nede?" dedim.. "İşteböylekonuşacaksın.Oynadığımızbireserdekekemerolüvar,amakimsebaşarılıolamıyor.Seningibigerçeğivarkennedenrolegerekolsunki?" dedi. Aradan çok yıllar geçtiği için piyesin adını hatırlamıyorum. Kabul ettim, beni aralarına aldılar ve provalara başladık. O tarihlerde halkevleri sanatsal etkinliklerinde birbirlerine yardımcı olurlardı. Diğer halkevlerinin tiyatro bölümlerinden Suna Pekuysal, Gönül Ülkü, Muadelet Tibet, Hümaşah Hiçan da gelmişti. Kadromuzda Sabahat Perinçek ve kız kardeşi Oya Sensev de vardı. Gül Gülgün'ü de annesi o tarihlerde elinden tutuğu gibi halkevine getirmiş, "Kızımartistolmakistiyor" demişti. Provalarda başarılı bir kekeme rolü yapıyordum(!). Ben sahnede konuşurken, kuliste kahkahalar çınlıyordu. Derken gala gecesi gelip çattı. İlk kez insan karşısına çıkıyordum. Çok heyecanlıydım. Ziller çaldı. Salonun ışıkları söndü, sahne ışıkları yandı. Perde açıldı ve sahnede sadece ben vardım. Rolümü sular seller gibi biliyordum. Ama heyecandan dilim açılmış, bülbül olmuştum. Bırakın kekemeliği, söyleyeceklerim bir çırpıda dökülüyordu ağzımdan. Bu şok, benim kekemeliğimi alıp götürmüştü. Suflörümüz sevgili Muadelet Tibet'ti. Perdenin yanından, "Özerkekele,Özerkekele" diye seslenip duruyordu. Üç perdeyi bitirmiştik ama oyunu da berbat etmiştim.. O gece normal konuştuğum için rejisörümüzden ve oyuncu arkadaşlarımdan çok fırça yedim. Sabaha kadar bir başka arkadaşı kekeme rolüne hazırladılar.
***
Özer'in anlatıları bir yana, biz gelelim fasulyenin nimetlerine.. Eğer Ulaştırma Bakanlığı bu kekeme arkadaşın dilekçesine olumlu yanıt verip, kekemelere bir indirime giderlerse, işte o zaman yandı gülüm keten helva.. Üç vakte kalmadan, Türkiye'deki telefon kullanıcılarının yarısı kekeme oluverir anında.. "Neredenbiliyorsun?" diye sormayın.. Bu ülkede kimler ve kimler Yeşil Kart kullanıyorlar ona bir bakın ve anlayın..