Güncel | Yazarlar | Güne Bakış | Ekonomi | Aktüel | Magazin | Spor | Televizyon | Papatya | Astroloji | Ana Sayfa 23 Ocak 2005

Deniz Baykal

Medyamız bazen projeler yapar. Buna toplum mühendisliği de deniyor. Bunlardan birine, 28 Şubat sürecinde şahit olduk. Bu süreçte medyanın önemli bir bölümünün desteklediği parti ve liderlerin hemen hiçbirinin, siyasi yaşamımızda bir önemi kalmamıştır. Buna karşılık 28 Şubat sürecinin yasakladığı Recep Tayyip Erdoğan, tüm engellemelere rağmen Başbakan oldu. Medyamızın mühendislik hesapları tutmadı. "Medya ile kavga eden politikacı iflah olmaz" yargısı, en azından 28 Şubat ve sonrası gelişmeler için doğru kabul edilemez.
Medyanın bir siyasi projeyi topluma dikte etme gayreti ile eleştiriyi ayrı tutmak gerekir. Nitekim toplum mühendisliği yerine eleştiri yapıldığı zamanlar, bunun toplumda kabul gördüğüne tanık oluyoruz. Eleştiriyi dikkate almayan, tahammülsüzlük gösteren politikacı ise kaybediyor.
Acaba, Deniz Baykal'ın genel başkanlığı konusunda bazı medya organları yine bir toplum mühendisliğine mi soyundu? Yoksa, olması gereken eleştiri mi yapılıyor?
Bunu anlamak için, Deniz Baykal'ın 3 Kasım seçimleri sonrası izlediği politikalarla ilgili bazı sorulara yanıt vermek gerekir.

Baykal'ın milli ve yerli duruşu

Deniz Baykal, Tayyip Erdoğan'a başbakanlık yolunu açan Anayasa değişikliğine destek verdi. Gerekçesi "Seçimi AK Parti kazandı, halkın oylarına saygı göstermek gerekir" idi. Baykal hem demokrasi, hem hukuk, hem de siyasi etik açısından doğru yaptı. O dönemde ekonomimiz krizdeydi. Bir yandan Irak savaşı diğer yandan AB süreci, dış politikada da önemli kararlar alınmasını gerektiriyordu. Eğer o zaman Türkiye başbakanlık ve hükümet tartışmalarına çözüm bulamasaydı, istikrarsızlığa sürüklenebilirdik.
Deniz Baykal, CHP'nin 1 Mart tezkeresine "Hayır" denilmesini parti politikası haline getirdi. 1 mart tezkeresi, TBMM'de reddedildi . Türkiye, bu tavrı ile hem Avrupa'nın hem de dünyanın birçok ülkesinde olumlu puan topladı. Tezkerenin kabul edilmemesinin, TürkiyeABD ilişkilerine zarar getirdiği veya Irak'taki çıkarlarımızla ters düşeceği söylenebilir. Ama TBMM'nin bu kararının, milli ve bağımsızlıkçı bir duruşu sergilediğinden kuşku yok.
Deniz Baykal liderliğindeki CHP, TBMM'de Avrupa Birliği sürecindeki tüm Anayasa değişikliklerine ve kanunların çıkmasına destek verdi. Burada da yapıcı muhalefet ve uzlaşma kültürü bakımından örnek bir davranış sergilendi. CHP grubu Meclis'te, parti görüşlerine ters düşen konularda ise gücü yettiğince direndi, muhalefet yaptı.
Kıbrıs politikası bakımından da geleneksel devlet politikasına sahip çıktı. Bu noktada, Avrupa Birliği'ne fazla taviz verilmemesini savundu. Ama "Çözümsüzlük en iyi çözümdür" de demedi.
Kıbrıs, Yunanistan ile sorunlar ve sözde Ermeni soykırımı gibi konularda, milli politikaya sadık kalındı . Bu noktalarda CHP, AB'den gelen taleplere sıcak bakmadı. Baykal, uluslararası bağlantıların etkisinde bir kişi gibi davranmadı. Milli ve yerli bir duruş sergiledi.

Değişmesi gereken ne?

CHP, Doğu ve Güneydoğu konusundaki raporunda ortaya koyduğu görüşleriyle, Kürt vatandaşların etnik milliyetçiliğe kaymamaları için, onların farklılıklarının kabulü ve bu Cumhuriyet'e entegre olmalarına yönelik bir tutum sergilendi. Bu raporda , Kürt sorunundan açıkça söz edildi, ancak bölücülüğe ve teröre net biçimde karşı çıkıldı. Partide, mezhepçiliğe veya etnik kökene dayalı politikalara izin verilmedi.
Laiklik konusunda hassasiyet gösterildi. CHP'deki laikçi kanada rağmen, Baykal, "Anadolu solu" söylemiyle, dini değerler konusunda hassas kitleleri de partiye kanalize etmek için gayret gösterdi.
Şimdi eleştiri konusu olan, bu politikalar ve bu politikalarla Baykal ve CHP'nin yanlış yolda olduğu mu? Yoksa Baykal'ın tüm çabalarına rağmen partiyi büyütemediği, dar kadrocu bir anlayışa sahip olduğu, artık eskidiği ve bu nedenlerle genel başkanlığı bırakması gerektiği mi? Ya da CHP'nin millici ve laik ideolojisinin değişmesi mi isteniyor?
Eleştiride ölçülülük ve içerik gerekir. Medyadaki genel başkanlık tartışmasında, Baykal'a rakip adayların tam olarak ne dedikleri, neyi savundukları anlaşılamıyor. Bir değişim sözü duyuyoruz. Ama bu değişim genel başkan ve yönetim değişimi mi, yoksa CHP'nin temel siyasi, ideolojik tercihlerinin değişimi mi olmalı? Bazıları "CHP siyasi ve ekonomik alanlarda daha liberal olmalı" derken, kimileri de "Daha sol olmalı" diyor. Ama zaten bu alanlarda yeterli sayıda başka partiler yok mu?

Peki rakip adaylar ne diyor?

Deniz Baykal'ın yerine daha iyi bir genel başkan arayışı, tabii ki yapılabilir. Ancak bu doğal mecrasında gerçekleşmelidir. Bu bakımdan, diğer adayların ne düşündüklerinin bilinmesi gerekir.
Örneğin, ekonomik politikalarda, Güneydoğu, Kıbrıs, AB süreci, ABD ile ilişkiler gibi konularda, genel başkan adayları ne demektedir? Bunu bilemiyoruz. Rakip adaylar, IMF ile işbirliğini sona erdirecekler? Dış ve borçları konsolide mi edecekler? Güney Kıbrıs'ın tanınmasını istiyor ve Annan Planı'nı destekliyorlar mı? Irak'ta ABD ile daha sıkı bir işbirliği mi talep ediyorlar? AB konusunda farklı bir fikirleri var mı? Türbanlı öğrencilerin üniversiteye girmelerine taraftarlar mı? Türkiyelilik kimliği kavramını doğru buluyorlar mı? ABD'nin İran'a olası bir müdahalesini destekleyecekler mi? YÖK konusunda ne düşünüyorlar? Sosyal piyasa ekonomisini mi yoksa liberal piyasa ekonomisini mi savunuyorlar? İşsizliği nasıl önleyecekler, gelir dağılımındaki dengesizliği nasıl giderecekler? Nasıl bir çevre politikası izleyecekler? Bu sorular çoğaltılabilir.

Eleştiri mi kuşatma mı?

Medyanın asıl görevi, bu konulardaki tartışmalara ışık tutmak ve bu tartışmaları derinleştirmek olmalı. Ancak bu durumda her yere sandık koyarak, "CHP'nin başında kimi görmek istiyorsunuz?" şeklinde herkese yönelik bir anket sorusu sorulmamalıydı. Bu tutum, "Bir kısım medyayı mı yoksa Deniz Baykal'ı mı tercih etmeliyiz?" tartışmasını doğurdu.
Tartışma "CHP'nin başında kimi görmek istersiniz?" diye başlatılıp yürütülürse, bu düşünsel içerikli bir tartışma değil bir devirme operasyonu olarak algılanır. Buna tepki ise, "bir kuşatmaya yönelik direniş olarak" ortaya çıkar. Baykal'ın ve CHP'nin yukarıda değindiğimiz milli ve yerli duruşunun alaşağı edilmek istenmesi gayretleri, medyamızın iktidarı ve parti genel başkanlarını tayin etme çabalarını hatırlatıyor. Bu çabalar, Türkiye için hayırlı sonuçlar vermemiştir. Medya eleştirsin ama, mühendislik yapıp siyasi projeleri dayatmasın. Dayatma, doğru ve haklı eleştirileri de boşa çıkartıyor.
Baykal'a yönelik kampanya, eleştiriden ziyade bir taarruz ve bir toplum mühendisliği görüntüsü vermeye başladı. Eğer Baykal, milli duruşu ve yerli olduğu için, medya aracılığıyla yürütülen bir operasyon ile genel başkanlıktan indirilmek isteniyorsa, bu gayret başarılı olmamalıdır. SABAH Grubu'nun bu çabaların dışında kalması ise, demokrasimiz açısından çok olumlu bir tutumdur.
GÜNCEL
Katili Katili dayısı mı saklıyor ?
Benzinciyi basıp sevgilisini kaçırdıktan sonra patronunu öldüren...
'Umut' mucizesi
Yankesici şov
Kumar borcu bir aileyi yok etti
Arkadaş kurbanı
'Hanım' dayağı mağdurları
'Bana iş verin çalmayayım!'
SPOR
Hakan Hakan sahnede
Hakan Şükür, defansın arasından hava topuna mükemmel sıçrayarak...
Sürgünde bayram
Büyük iddia
Fener sahaya çıkıyor
Transfere evet
Final maçımız
Hooijdonk'a çağrı yapıldı
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
HAVA DURUMU
ISTANBUL - Yağ. Ola. 7 C,Par. Bul. 4 C
ANKARA - Yağmur 9 C,Yağmur -1 C
IZMİR - Yağmur 13 C,Par. Bul. 5 C
ANTALYA - Yağmur 15 C,Yağmur 9 C
ADANA - Par. Bul. 13 C,Par. Bul. 5 C
EKONOMİ
IMKB E: 26.918,100 D:% 0,39
DOLAR S: 1,345 D:% 0,00
EURO S: D:%
AKTÜEL
GÜNE BAKIŞ
EKONOMİ
GÜNCEL
     
  Güncel | Yazarlar | Güne Bakış | Ekonomi | Aktüel | Magazin | Spor | Televizyon | Papatya | Astroloji | Ana Sayfa
     
     
    Copyright © 2003, 2004 - Tüm hakları saklıdır.
Merkez Gazete Dergi Basım Yayıncılık Sanayi ve Ticaret A.Ş.
Üretim ve Tasarım  Merkez Bilgi Grubu