Medyanın raconu
Yeteneğiniz vardır, ama adınız sanınız bilinmez. Bir gün size bir imkan tanınır. Yazar, çizersiniz. Okuyucu sizi tutar. Okunan, şöhret sahibi bir köşe yazarı olursunuz. Şöhret olmak zordur. Kamunun ilgisi hep üzerinizdedir. Davranışlarınız, söyledikleriniz, yazdıklarınız kitleleri etkiler. Her hareketiniz örnek oluşturur. İyi ya da kötü yönde. Şöhret, sevgilisini döver, ihanet eder, kural tanımaz, ayrıcalıklar ister. Toplumda, "Demek böyle olmalı" kanısı yerleşir. Mutluluk, mutsuzluk, yalnızlık, aşk, ihanet, ayrılık, şöhretler için de geçerlidir. Ama onlar kamuya açık, toplumun dikkatleri üzerinde olan kişilerdir. Bu yüzden, şöhret olmanın sorumluluğu da ağırdır. Politikacıların, sanatçıların, gazetecilerin, yazarların daha duyarlı, daha cesur olmaları beklenir. Tüm bu nedenlerle, tanınmış bir gazetecinin, işine, eşine, dostlarına yönelik davranışlarının olumlu örnek oluşturucu olması gerekir. Bu bakımdan, Hıncal Uluç örnek bir tutum gösterdi. Sezen Aksu ile olan tüm kırgınlığına rağmen, onun sanatını övdü. Hakkını teslim etti. Dostlukları belki bitti. Ama Uluç, Sezen Aksu'nun onun için yazdığı yaralayıcı yazıların etkisinde kalarak, onun müziğini, yeteneğini kötüleme yolunu seçmedi.
Bir gün, yeni de eski olabilir Sadece dostlarımızdan değil, eşimizden ayrıldıktan sonra da, iyikötü zamanları paylaştığınız eski eşin her yönüyle ne kadar berbat olduğunun ulu orta söylenmesi, doğru olmaz. O zaman herkes, "Madem bu kadar kötüydü, neden tercih ettin, neden o kadar süre devam ettirdin?" sorularını, dile getirmese de en azından aklından geçirir. Yeniyi bulunca eskiyi tümden inkar, yeni için de bir risktir aslında. Çünkü bir gün o da eski olabilir. Toplumlarda olduğu gibi kişilerin de geçmişi tümden karalamaları, gelecek için sağlıklı sonuçlar vermez. Tabii ki geçmişle hesaplaşmalıyız, hataları, eksiklikleri söylemeliyiz. Ama bunun da eski deyimle bir usulü erkanı, yani raconu olmalıdır. Bu racon ise, sizin için yapılanlara, size verilmiş imkanlara, paylaşılanlara, minnettarlık ve saygı duymayı da gerektirir.
Uzayıp giden sorular... Medyadaki ayrılıklarda ise racon biraz farklı galiba. Bir gazeteden ayrılan yazar, rakip bir gazeteye geçince, başlıyor eski çalıştığı yere veryansın etmeye. Yeni gazetesinde ilk işi, eski gazetesini yerden yere vurmak. Ayrılığın seviyeli, ağırbaşlı, üzgün olma raconuna uyar mı? Ayrıldığın gazetede imkan tanınmasaydı, rakip gazete sana iş verir miydi? Şöhret olmanda emeği geçenlere, müteşekkir değil misin? Yoksa ayrıldığın gazeteyi kötülemek, yeni işin için ödediğin bir bedel mi? Bedeli böyle ödeyenlere, yeni işveren gerçekten güvenebilir mi? Sorular uzar gider. Tabii ki işimizden ayrılmak durumunda kalınca, hakkımızı sonuna kadar aramalıyız. Yapılan yanlışları söylemeliyiz. Ama özeleştiri yapıp, "Benim hatalarım neydi?" diye sorma cesaretine de sahip olmalıyız. Eskinin nimetlerine teşekkür edebilmeliyiz. Unutulmaması gerekenlerden biri, yeni işimizi sağlayanın eski işimiz olduğudur. Yeni işveren aslında bugünümüze ve geleceğimize değil, geçmişimize değer biçmektedir. Diğeri de yeni işyerimizdeki olumlu değerleri vurgulamak için, eskisinin olumsuzluklarını öne geçirmek, bir anlamda, yeni işimizi kendi başına, kıyassız olduğunda yetersiz ve değersiz bulduğumuzun göstergesidir. Rakip saflara geçip geçmişi bombardıman edenler, aslında farkında olmadan kendi geçmişleriyle birlikte, geleceklerini de yargılamakta ve yok etmektedirler.
|