Eskiden büyüklerimiz çok ciddi ve inanarak söylerlerdi, "Edenbulur.." diye.. Artık o laf geçerliliğini yitirdi.. Edenin bulduğu filan yok..
***
İstanbul şimdilerde sankim eski Amerika'nın vahşi batısı.. İstanbul, bir zamanların Harlem'i.. Dağdan inmiş, ipleri kopuk ne kadar hayvan varsa, bu şehri sarmış sarmalamış.. Gündüz, gece fark etmiyor.. Vahşetin her türlüsü.. Şehrin yaşayanları ne sokaklarda, ne evlerinde güvende.. Gasp, soygun, pisliğin her türü.. Özgürlük, demokrasi, insan hakları gibi koruma kalkanları altında, ne kadar ırzı kırık yamyam varsa faaliyet halinde.. Zaar maliyetleri fazla olduğundan ve tahaccümden ötürü cezaevleri çok çabuk, çarçabuk boşaltılıyorlar.. Ve ne kadar pislik varsa; uyuşturulmuş, haplanmış bir hallerde korkusuz ve acımasız, bildiklerince at oynatıyorlar.. Polis ne yapsın? Polis yılgın, bitkin.. Yakalıyor, bırakıyorlar..
İnsanhakları.. Artık bu ülkede ve en çok da bu şehirde, hayvanlar yararlanıyor insan haklarından.. Ve de hayret bir şey ki onların savunucuları.. Avrupa'da, belki de en fazla çelik kapılı evlere sahip kent İstanbul.. Şehrin namuslu, işlerinde, güçlerinde, kendi hallerinde insanları da silahlanmaya başladılar artık.. Şu bir zamanların şiir, şarkı şehri İstanbul'un hallerine bakın.. Bir cumartesinin ardı sıra gelen bu pazar günü, bakın gazetelere, ekranlara.. Göreceksiniz yine ne pislikler, ne pislikler.. Vurmalar, kırmalar, soymalar, öldürmeler.. Yafu en basitinden otopark pislikleri.. Dağdan, ormandan yeni geldiği belli, cebine, kıçına boktan bir altıpatlar ya da bir ekmek bıçağı koymuş, kafayı ya içi dolu bir sigara ya da hapla yapmış, o sayede yüreklenmiş götten bacak hilkat garibeleri, kabadayılığa soyunmuş; istedikleri sokağı, yolu, araziyi hükümranlıklarına alıp, haracını yiyorlar.. Ula bu şerefsizler dayaktan başka bir şeyden hiç anlamazlar.. Dayak ki "Allahyarattı.." demeden.. (Şimdibudediğim,bazılarıiçinkorkunçbirsöylem..Vahşet..Evet,vahşetevahşet..Umarımbusatırlariçinbanahömkürenler,günlerdenbirgünkızlarınıyadaoğullarınıbirceptelefonuiçinbiryerlerdeboğazlarıkesilmişbirhallerdebulmazlar..Benburadanduyumsadıklarımısöylüyorum..Tatlısuentelliğiyapmıyorum..Elimdeyetkiolsa,buhalkdüşmanlarınıdoğduklarınapişmanederimheryakalandıklarında..Kısasakısas..)
***
"Edenbulur.." ha.. O, eskilerden kalma bir söylem.. Edenin bulduğu filan yok.. Eden, ettiği ile kalıyor.. Acı, gözyaşı hep mağdur insanlarımıza kalıyor.. Böyle miydi bu İstanbul şehri? Evimizin bahçesinden dalları dışarıya sarkmış, canım mürdüm eriklerinden bir tane bile kopartmaktan hicap duyan insanlar yaşardı bu şehirde.. Şimdi artık ne o ağaçlar, ne o erikler var.. Bahçenizi metazori parselliyorlar, itler, uğursuzlar, uğrular, haydutlar.. Pek karışanı soranı olmayan bir yerde eşkıyanın böyle yerden bitmecesine türemesi olağan.. Ve başta da söyledim ya, bu edenler hiç bulmuyorlar..
Hikaye,masal.. İkinci Dünya Savaşı'nın son yıllarıydı.. Bizler çocuk, memleketimiz oyunlar ülkesiydi.. Oyuncaklarımız, Eyüp Sultan oyuncakları.. İstanbul'da karartma geceleri vardı.. Geceleri camlar, tekmil siyah perdelerle örtülürdü; dışarıya zerre ışık sızdırmamacasına.. Tramvaylar, bütün lambaları maviye boyalı gidip gelirlerdi.. Babamın tayini önce İskenderun'a, sonra Marmaris'e çıkmıştı.. Mayınlarla, İngiliz, Alman denizaltılarıyla dolu Akdeniz'de, köhne bir vapurla, kıyı kıyı gitgel.. Hatırlarım, İskenderun'dan Marmaris'e 7 gün7 gecede gelmiştik.. İlkokulun üçüncü sınıfına geçtiğim bir yıldı.. Marmaris küçük bir köydü o zamanlar.. Ama karartma yoktu orada.. Çünküm, Marmaris'te elektrik filan yoktu da ondan.. Bir iskele ve aylak aylak dolanan sünger avcıları.. Bir adet ilkokul.. Muğla'dan haftada bir hurda bir otobüs gelir, gazete ve mektup getirirdi.. İngilizler karşıdaki Rodos Adası'nı bombalarlardı muttasıl.. Pilotlar şaşırdıklarından mı ne, birkaç kez bizim oralara da bomba bırakmışlardı.. Annem, gündüz camlarını siler parlatır, gaz doldururdu lambalara.. Ve babam geceleri yemekten sonra çevresine toplardı bizleri.. Mehmet Akif'in Safahat'ından okurdu genellikle: "Asım'ınneslidiyordumya,nesilmişgerçekİşteçiğnetmedinamusunu,çiğnetmeyecek.." Ama en çok hikaye, masal karışımı bir şey anlatırdı.. Anlattığı "Edenbulur.." diye bir şeydi.
Edenbulur.. Küçük bir kasabada yarı meczup kocamış bir kadın gün 24 saat sokaklarda dolaşırmış, "Edenbulur..Edenbulur..Edenbulur.." diye feryatlar içinde.. Öyle ki zaman içinde kasaba halkı gına getirmiş.. Ve eşraftan birinin karısı kesmiş raconu, "Şunuzehirleyipöldürelim..Kurtulalım,rahatedelim.." Ve o eşraf karısı, içine zehir kattığı kurabiyeler yapmış.. Kadın, "Edenbulur..Edenbulur.." diye dolaşırken ses etmiş bir gün, "Gelşukurabiyelerialanacığım.." diyerek, o zehirli şeyleri tıkıştırmış çıkınına.. Yaşlı kadın, yürümüş gitmiş aynı çığrışlar içerisinde.. Ve kasabanın dışında dolanırken, bir ağaç dibine yanlanmış, bitkin bir delikanlı görmüş.. Varmış yanına, "Neyinvaroğulcağızım?" diye sual eylemiş.. Cevaplamış genç adam, "Askerdenterhisoldum..Tamkasabamınyakınlarında,açlıktan,susuzluktanbitapdüştüm,böyleçöktümkaldımanacığım.." Kocamış kadın önce heybesindeki su şişesini çıkartıp susuzluğunu gidermiş delikanlının, sonra kendisine verilen kurabiyelerle de açlığını.. Genç adam yola revan olmuş.. Kasabaya varmış.. Ve evinin kapısını çalmış.. Anası kapıyı açmış.. Anasına sarılıp kucaklarken, birden ölmeye durmuş.. Feryatfigan çığlıklanmalar ama, ne fayda.. Debelene debelene can vermiş genç adam.. Ve bakmışlar ki asker çantasında anasının yaşlı kadını öldürmek için verdiği zehirli kurabiyeler.. O sırada yaşlı kadın yine çığırıyormuş sokaklarda, "Edenbulur..Edenbulur.." diye..
***
Merhum peder, kötülük yapanın kötülük bulacağına kesinlikle inanırdı.. Gelin görün ki günümüzde o sav, hiç geçerli değil.. Günümüzde, edenin ettikleri yanına kar..