99'un gücü Bir zamanlar bir şehirde, yan yana evlerde yaşayan 2 aile yaşardı. Evlerden birisi zengin bir tüccara aitti, diğeri ise, bütün gün en zor işlerde ter dökerek çalışan fakir bir adama... Üstelik, sadece adam değil, karısı ve çocukları da çok çalışmak zorundaydı. Kazandıkları ancak o güne yetebiliyordu. Paralarını harcadıktan sonra da dinleniyorlar ve verdiği nimetler için Allah'a şükrediyorlar, sonra da kalp rahatlığı içinde yataklarına giriyorlardı. Ertesi sabah da erkenden kalkıyor, ibadet ediyor ve işe gitmek için evden ayrılıyorlardı. Maddi sıkıntılarına rağmen; mutlu, memnun ve rahatlardı. Diğer taraftan, zengin tüccar hep gergin, telaşlı ve huzursuzdu. Doğru düzgün yiyeceklere bile para harcamıyordu. Tek tutkusu para kazanmaktı. Daha fazla, daha fazla para kazanmak... Bu yüzden, ne ibadet için, ne de rahatlamak veya hayatından lezzet alabilmek için gerekli zamanı hiç bulamıyordu. Bir gün, tüccarın karısı şikayet etmeye başladı: "Şu yanımızdaki evde yaşayan fakir adamla ailesine bak! Çok az kazanıyorlar, ama mutluluk içinde yaşıyorlar. İyi yiyorlar, iyi ibadet ediyorlar ve birlikte hayattan lezzet alıyorlar. Biz ise o kadar çok şeyimiz olduğu halde, birazcık olsun huzurumuz yok..." Zengin tüccar karısına şu cevabı yapıştırdı: "Çünkü o 99'un gücüyle henüz tanışmamış!" "99'un gücü mü? O da ne?" "Zamanı gelince ki fazla sürmeyecek, sana göstereceğim. Sen hiç merak etme!" O gece, tüccar bir keseye 99 gümüş lira koydu ve fakir ailenin açık penceresinden içeri attı. Ertesi sabah uyanan aile üyeleri, buldukları keseyi açtılar ve parayı saydılar. Kesede 99 gümüş lira vardı. Karı-koca oturup düşündüler ve sonra birbirlerine şöyle dediler: "Bir gümüşümüz daha olsa, o zaman tam tamına 100 gümüş liramız olacak." O sabah işe her zamankinden daha erken çıktılar, gece de eve daha geç döndüler. Yorgun ve bitap halde, tek kelime bile konuşmadan, ibadet etmeden kendilerini yatağa attılar! Para biriktirmek için yedikleri yemeklerden kıstılar. Birkaç gün sonra, nihayet o gümüşü de biriktirmişler ve keseyi 100 gümüş liraya tamamlamışlardı. Ama, bu defa da şöyle düşünmeye başladılar: "Her gün böyle sıkı çalışsak, her yıl 100 gümüş biriktirmemiz işten bile değil!" Böylece, güneş doğmadan çok önce kalktılar, ibadete zaman ayırmadan işe atıldılar, gece karanlığında eve döndüler. Ucuz yemekler yediler, gece ibadetlerini de terk ettiler. Zengin tüccarın karısı bu durumun farkına vardı ve şöyle dedi: "Bizim komşular, artık evlerinde pek görünmüyorlar. Ne oturup dinleniyorlar, ne de ibadet ediyorlar. Ne oldu Allah aşkına bu insanlara bey?" Tüccar şeytanca gülümsedi ve "Sana söylemedim mi, insana 99'un gücü çarptı mı, işte böyle olur!" dedi. (Kaynak: Bilgelik Öyküleri)
Güven... Yaşlı bir kadın, gece yarısı evine dönüyordu. Karanlık bir sokaktan geçerken, bir adamın kendisine yaklaştığını gördü. Bütün cesaretini toplayarak, adama, "Afedersiniz bayım!" dedi. "Bu sokak çok karanlık. Ben de pek yaşlıyım. Evime kadar bana eşlik edebilir misiniz? Zaten evim fazla uzakta değil." Yabancı, bu ricayı kabul etti. Yaşı kadını evine kadar götürdü. Kadın yabancıya teşekkür edip evine girmeye hazırlanırken, adam kadını kolundan tutarak, "Asıl ben size teşekkür etmek istiyorum" dedi. "Az önce, sizi soymak niyetindeydim. Fakat siz, bugüne kadar bana güvenen yegane insan olduğunuzdan, bunu yapamadım. Az kalsın, sizin gibi temiz ve iyi niyetli bir insana zarar verecektim. Beni affedin..." Adam bu sözleri söylerken, gözleri dolu dolu olmuştu. Konuşmasını bitirdikten sonra, arkasına hiç bakmadan oradan ayrıldı ve karanlığa karıştı... (Kaynak: Ümit Öyküleri)