Bu, son zamanlarda benim için de böyle oldu.. Ölüm acımasız bir karayel gibi esti etraflarda.. Çevremde, yanımda, yöremde, dost, ahbap, akrabalar arasında.. Son biriki ay içinde, bazı günler ikiüç telefon geldi tanışım, bilişim olan birilerine dair: "Şimdioyoğunbakımda.." O "yoğunbakımlar" ki, son istasyonlar çoğunlukla.. Eski tramvay vatmanlarının, içeriye, yolculara seslendikleri gibi: "Sondurak!Depoyagider!" Ben Can Yücel ile, aynı günlerde, yakın akraba iki kanser türünden ötürü aynı hastanede yoğun bakımlardaydık.. Ben bilmiyordum.. Yoğun bakımdan sonra odama çıkartıldığımda, ziyaretime gelenlerden öğrenmiştim.. "CanBaba'yadauğradık..Odakonuşamıyor.." diyenlerden.. Ben, vatmanın uyarısına uydum.. Ya da indirildim her ne ise.. Can Yücel depoya gitti.. Ve bilirmiş gibi, "Dünyadenilenat,kaydıaltımdan.." diyerekten.. Sonrası mı? "Dünyagözlerimikendiellerimleörttüm Değdiyorgunluğuma Birölümkaldıydı,onudagördüm Benipişmanetmedidoğduğuma.." Ve o yoğun bakım sonrası? "Aşkyokmuşsizdebeşparalık Gidiyorumbenhoşçakallar S.çmışımbenortalıkyerinize K.çımınfosforuylaaydınlanınsizartık.."
Yoğunbakım.. Yakınlarım, tanışlarım, bildiklerim, bilmediklerim yoğun bakımla birlikte konuşulmaya başlandıklarında, benim kendi yoğun bakımlarım düşüyor aklıma.. Bütün "kışkışlama" çabalarıma rağmen, gelip sokuluyorlar belleğimin girilmesi, hatırlanması yasak kapkaranlık kilit üstüne kilit odalarına.. Yoğun bakım! Bazen oraya nasıl geldiğinizi, ya da nasıl getirildiğinizi hiç bilemezsiniz.. Çoğu zaman çok birdenbire, çok apansız.. Eğer oradan çıkmayı, yaşama bir yeni baştan "Merhaba.." demeyi başarırsanız, o bir yeni baştan doğuş, bir basübadelmevt.. Ben oralarını yakınen bilirim.. Onun içindir ki "Şimdiyoğunbakımda.." lafını işittiğimde; kimse kim, bildiğim, bilmediğim, tanışım, yakınım, ya da değil, hep içim ürperir.. Bir keresinde 7 gün.. Bir başka keresinde 28 gün filan.. Yoğun bakım, ölmenin bir hafifletilmiş halları.. Ölüm denilen o trejedyanın son provası.. Bir hazırlık ki, gidişiniz de gelişinizin aynısı.. Çırılçıplak.. Ula kim soyar, neden soyar öyle çırılçıpıldak.. Belkim de yolculukta kolaylık olsun diye.. "İkikezyatmışımorada.." diye söyledim ya.. Doğrusu, iki kez ölmüşüm ben oralarda.. Ki ölüm eğer öyleyse, sadece bir yokluk.. Ne acı, ne sızı.. Hiçbir şey.. Sadece yoksun işte.. Ula ne ketenpereye gelme bir iş.. Her yerlerin yaralı, bereli, makinelere bağlı, soluk alıp veriyorsun, güya yaşıyorsun ama, yoksun.. Ve "yok" bir sen için, dışarılarda acı çeken sevdiklerin, sevenlerin..
Eniyisiayakta.. O yoğun bakımlarda; genç, yaşlı, çocuk, moruk, kadın, erkek hiç fark etmiyor.. Makinelere bağlı, üryan insanoğulları.. Yan yana yataklarda, her şeylerden habersiz, ya kalıcı, ya gidici birileri işte.. Acısız, sancısız.. Acılar, sancılar; ölümün ertelenmesinden sonra.. Acılar, sancılar, kahırlar; sadece yaşarken.. Şimdi ben bunları yazdım, şundan ki.. Son zamanlarda çok yakınım yoğun bakımlardaydı da ondan.. Birikisi çıkamadı oralardan.. Çıkanların hallarını ne siz sorun, ne ben söyliyeyim.. Gel gör ki yaşam dediğin şey, sonuçta mümkünü yok kaybettiğin, kaybedeceğini bildiğin bir kumar.. Hep kayıp, herkes kayıp, vakti zamanı geldiğinde.. Ve de en önemlisi, o önünde domaldığımız para, bu yoğun bakımlarda geçmiyor.. Karun olsan vızz.. Geçmiyor işte.. Ayakta şıpın işi gitmeler varken, bu yoğun bakımlarda makinelere bağlı olarak, avans verilmiş, acılı, kahırlı, ele güne muhtaç yaşamlara üfleyeyim.. Ve beni hoş görün, bu günlerde bıktım o yoğun bakımlardan.. Lafından bile..
***
İncecikten bir kar yağar..
Bizim, "Dünsanabirbaşkatepedenbaktımazizİstanbul.." umuza, "inceciktenbirkaryağdı,elifelifdiyetozaraktan" ve mübarek kent oldu: "SıçtıCaferbezgetirin../Amançabuktezgetirin.." İstanbul artık bir büyük kent, bir metropol olmaktan da çıktı.. İstanbul tek başına bir ülke.. Tekirdağ'dan başlayıp, İzmit'e kadar uzanan.. Nüfusu Yunanistan'ı bozar.. İçinde iki Sivas, üç Çorum, Tokat, Diyarbakır, Van, Kars, Ağrı ve diğerleri var.. Daha denizi görmemiş, köprülerinden geçmemiş İstanbullular'la dolu bu kent.. Havası da aynen o şekilde acayip.. Bir yerlerine kar yağarken, öbür yanlarında çık sandal sefası yap.. Benim meskenim, Maslak denilen dağ başına üçbeş adım öte.. Eskiden kurtların cirit attıkları bir mahal.. Hava, pazar gecesi tozuttu.. Önce yaman bir soğuk bindirdi.. Saatler gece yarısını döndükten sonra, gökyüzü bir kıyamet.. Kar, benim o taraflara tek başına gelmedi.. Önce çocukları yataklarından fırlatmacasına bir gümbürdemelerle, yıldırımlarla, şimşeklerle.. Sabah kaltığımda, her yerlerde kar vardı.. Camlarımın hemen altındaki çocuk bahçesindeki ağaçlar, kardan ağaçlara dönüşmüşlerdi.. Ve trafik bermutat, anasınabacısına sövülecek hale geliverdi.. Anlayacağınız, İstanbul da YOĞUNBAKIMLIK.. Ula pazartesi günü öğlene değin yıldırım, şimşek ve gökgürültüsü.. Bir ara acayip bir dolu.. Şimdi dolu kel alaka? Televizyonlarda hemen hemen bütün kanallarda yine onun, karın maceraları ama sövgüler, yergilerle dolu.. Hiç "karmusikileri" yok.. Sadece "çarpışanotomobillerin" gürültüleri.. Bizim çocukluğumuzda kar, sobalı, mangallı evlerimize rağmen başka türlü bir keyifti.. Günümüzde Uludağ'a, Kartalkaya'ya düşeni alkışlanan, bayram edilen, İstanbul'a serpiştireni lanetlenen bir şey.. Şimdi şu satırları okuduğunuz sırada, Meteoroliji'ye göre hava lodos olacak.. Sonra yine kar ve İstanbul YOĞUNBAKIMDA.. Sahi o beklenen 7 üstü bir şiddetli depremde ne yapacak bu şehir? YOĞUNBAKIMDAN çıkabilecek mi acep? Çıkar çıkar.. O kaçın kurası? NOT:Buyazı,İstanbul'aherkaryağıştageçerliliğinikorur..