Dün işe geldiğimde herkes burnundan soluyordu. Belediye başkanından trafik müdürlerine kadar herkese veryansın ediliyordu. Öfke doruktaydı. Oysa, gazetelerin birinci sayfaları tozpembe bir haberle çıkmıştı. AB yolu Türkiye'ye açılmıştı. İstanbullular'ın ise, bu pembe tablo ile zerre kadar ilgilendikleri yoktu. Hatta o manşetler sinirlerine bile dokunuyordu. Çünkü, işe, güce gitmek için sokağa çıkan İstanbul insanı büyük bir işkenceye maruz kalmıştı. İnsanlık dışı bir muamele görmüştü. Sayın okurum. Eğer Anadolu'nun bir yerinde yaşıyorsanız, İstanbul'a göç etmek, çokları gibi sizin için de büyük bir rüya olabilir. Ama emin olun, dün bu kentte olsaydınız, rüyanızın kabusa dönüşeceğini görecektiniz. 21. Yüzyıl'da, AB adayı bir ülkenin en büyük kentinde yaşananları görünce utanacaktınız. "Bu kadarı da olmaz!" diye öfkeden çılgına dönecektiniz. Abartmıyorum. Yazdıklarım az bile. Peki olan biten neydi? Ne olacak, yağmur yağmıştı. Tüm olup bitenlerin nedeni buydu. Peki çok mu yağmur yağmıştı? Ortalığı seller mi götürmüştü? Yooo... Normal bir yağmurdu işte. Yollar ıslandı, biraz su birikintileri oluştu. Bazı semtlerde dereler taştı. Hepsi bu. Sonra... Sonra tek kelimeyle hayat felç oldu. İşe, okula gitmek isteyenler saatlerce yollarda kaldılar. Örneğin, dün sabah saat 08.00 dolayında Acıbadem'den otomobilleriyle yola çıkanlar, Taksim'e 4 saatte gidebildiler. Sırf Boğaz Köprüsü üzerinde 2 saate yakın beklediler. Bakırköy'den Eminönü'ne 2 saatte ulaşamadılar. Normalde bu yol 15 dakika sürüyor. Saatlerce trafikte kaldıkları için birçok araba hararet yaptı. Yollarda kaldı. Belediye otobüsleri çalışmadı. İşe gitmek isteyenler duraklarda saatlerce beklediler. Kimi randevusuna, kimi işine zamanında yetişemedi. Ve de en kötüsü neydi biliyor musunuz? Bu karmaşaya rağmen, yollarda trafik polisi yoktu. Belediye zaten "Trafik benim işim değil" deyip ortadan kaybolmuştu. Şimdi, bu çileyi tüm gün boyunca çeken İstanbullular'a sorun bakalım: - Türkiye AB'ye girmeye layık mı? Emin olun, "Hayır" cevabı alacaksınız.
***
Avrupa Birliği'ne girince gazeteler ne manşet atacak? Fatih Sultan Mehmet zamanında gazeteler olsaydı, İstanbul fethedilince bile böyle heyecanlı manşetler atamazlardı. Fatih'e ve vezirlerine bunca övgü düzemezlerdi. Eğer zamanın gazeteleri şimdiki gibi methiyeler düzse, Fatih onları akçeye boğardı. Makamlar ihsan eylerdi. Dünkü gazetelere bakınca insan, AB sürecinin başladığını falan unutuyor. "Biz AB'ye tam üye olduk" kanısına kapılıyor. Oysa, olan biten İlerleme Raporu'nun onaylanmasından ibaret. Daha bir tarih bile almamışız. Tüm bunlar az şey mi? Hayır, Başbakan Tayyip Erdoğan büyük bir başarı elde etti. Türkiye'nin önünü açan adam olarak tarihe geçti. Benim itirazım, başarıya övgü düzülürken işin dozunun yağcılığa doğru kaymasına. Başbakan'ın buna ihtiyacı yok ama, basının kişilikli yayınlara çok ihtiyacı var.
***
Bedelli askerlikçilere cevap " Y ine yaz" diye başlayan e-mailler, fakslar alıyorum. Bedelli askerlik isteyen gençler, "Bizi unuttun, geri çekildin" diyerek sitem ediyorlar. Ben de onlara buradan sitem ediyorum. "Meclis'i e-mail yağmuruna tutun" dedim, tutmadınız. "Bedelli askerlik için askerlik şubelerine dilekçe verin" dedim, vermediniz. "Bunları yapamıyorsanız e-maillerinizi bana gönderin, ben Meclis'e ulaştırırım" dedim, bunu da yapmadınız. Tam "Armut piş ağzıma düş" örneği... Tüm bunlardan sonra, "Niçin yazmıyorsun?" diye bana tepki gösteriyorsunuz. Siz davanıza sahip çıkmadıktan sonra, ben yazsam ne olur ki.
***
Dipnot Elektriğin yüzde 35'i doğalgazla üretiliyor.