Doktorun muayenehanesinde geçirdiğimiz o günleri hala çok iyi anımsıyorum. Her şey annem 70 yaşına geldikten ve gözleri giderek daha çok bozulduktan sonra başladı. Muayenelerden sonra anneme konulan tanı, maküler dejenenarasyondu. Annem yıkılmıştı... Dr. Greenburg'ün muayenehanesine her gidişimizde, bu kez "İyi bir haber alırız" diye umutlanıyorduk. Belki bu kez ilk konan tanıyı çürütecek bir bulgu çıkartı ortaya. Doktor annemin çenesini o metal yuvarlağa her yerleştirip, annemin neredeyse artık hiç görmeyen gözlerinin içine baktığında, bir kenarda oturup bir mucize olması için içimden dua ediyordum. Annemin de içinden dua ettiğini çok iyi biliyordum. Aylar geçtikçe,, aldığımız haberler de iyice kötüye gidiyordu. Retina yırtılmıştı, görüşü iyice bozuluyordu, artık yapacak bir şey kalmamıştı... Her seferinde annemi elinden tutar, muayenehaneden çıkartırdım ve annem doktora neşeyle, "Hoşçakal" derdi. Yürüyüşünü hiç bozmaz, herkese zarif bir biçimde teşekkür ederdi. Elbette, herkes de anneme karşı çok kibar davranırdı. Her muayeneden, yıkılmış ve düşüncelerimizi konuşmaktan korkar bir ruh hali içinde çıkıyorduk. Ben iyimser olmaya çalışıyordum, çünkü doktor annemin hiç göremeyeceği gibi bir şey söylememişti. O da az da olsa annemin görebileceğine inanıyordu. Muayeneden çıktıktan sonra annemi eve arabayla ben bırakır, her adımda ona yardımcı olur ve duyduğumuz üzüntüden dolan gözlerimi anneme göstermemeye çalışırdım. Annem şimdi 85 yaşında ve son 5 yıldır hiç görmüyor. Bu son 5 yıl boyunca, annemin o korkunç perdenin gözlerine inmesinin neden olduğu çaresizlik ve ne yapacağımı bilememe durumu değişti ve çok önemli bir şey oldu. Artık doktor muayeneleri son bulmuştu ve bir mucize olamayacağını öğrenmiştik. İşte o zaman annem doktorunun kendisine söylediklerini yinelemeye başladı. Doktoru anneme şunları söylerdi: "12 çocuğunuzu da gördüğünüzü unutmayın. Onların büyüdüklerini, evlenip çoluk çocuk sahibi olduklarını gördünüz. Ann, şimdi ne kadar şanslı olduğunuzu düşünün! Çok küçükken gözlerini yitirip, çocuklarını hiç görme şansı olmayan anneleri düşünün bir kez." Doktorun anneme bu sözleri söylediği günden itibaren, annem sağlığının nasıl olduğunu soran herkese bu sözleri yinelemeye başladı. Çok ilginç, ama bir süre söylediklerine kendisi de inanıyordu. Olumsuz ve çaresiz tutumunun değiştiğini fark ediyordum. Annem durumunu kabulleniyordu artık. Bugün bile kendisini ilk kez tanıyan ve durumuna üzülenlere annem, "Yakınmamın hiçbir anlamı yok. Üstelik benden çok daha kötü durumda olanlar da var" diyor. Görmeden geçen yılların sayısı arttıkça, annemin bu ifadeyi kendisinden çok daha emin bir biçimde kullandığını fark ediyorum. Başlangıçta biraz tereddüt ediyor, kendisine acıyordu. Artık, "Neden ben?" sorusunu hiç aklına getirmiyor. Her gün annemin karanlık dünyasını düşünür, bu özrüne karşın yaşamdan nasıl tat aldığını anlamaya çalışırım. Arkadaşları var, kasete okunmuş kitapları var, televizyon programlarını "izliyor", çünkü bazı programları çok iyi anımsıyor ve programı sadece dinlemek onun için yeterli oluyor. Hayattaki 10 çocuğnu çok seviyor, çocukları da onu. Hiç kimsenin doğum gününü unutmuyor ve tek tek arıyor. Bana öğrettiği her şey için onu çok seviyorum. Güneşin doğuşunu, çocuklarının yüzünü hiç görme şansı olmamış başka insanlardan daha şanslı olduğuna yürekten inanıp inanmadığını bilmiyorum, ama öyle görünüyor. Belki de önemli olan budur. Her akşam annemi arayıp, televizyonda ne izlediğini sorduğumda, bana hemen "Seni seviyorum Diane" diyor. Ben de ona, onu sevdiğimi söylüyorum. Sanırım şu sözcükler her şeyi çok iyi açıklıyor... "Bir mum yakmak, karanlığa lanet okumaktan çok daha iyidir." (Kaynak: Tavuk Suyuna Çorba) BİTTİ