Çocukları öcüden korkutma yöntemi bir devlet , bir devlet politikası haline getirildiğinde, ardında sadece kan, gözyaşı ve yıkım bırakmıştır.
***
"Öcüler Hukuku"ndan hukuk devletine (1)
Türkiye'de yeni ceza kanununun yapılması her kesimde tartışılıyor. Hatta AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Verheugen TCK'nın yasalaşmasının, Türkiye'de hukuk devleti ilkesinin yerleşmesinin "olmazsa olmaz" koşulu olduğunu söylemiştir. Çokça söz edilen bu "hukuk devleti" ilkesi nedir? İnsanlık bu ilkeyi, neden ve hangi süreçlerden sonra benimsemiştir? İşte bu haftaki yazılarımızda bu soruların cevabını arayacağız. Günter Verheugen'nin de ülkesi olan Almanya'nın Freiburg şehrinin tarihi giriş kapısına yapıştırılmış madeni bir tabela vardır. Tabeladaki yazıda ortaçağda engizisyon mahkemelerinin "cadı davalarında" binlerce kadının diri diri yakılması kınanmaktadır. Yazıyı okuyanların ortak dileği, ortaçağ kilisesinin Tanrı adına yeryüzü egemenliğini sürdürmek için yaptığı zulmün bir daha tekrarlanmamasıdır. Ama bu dileklere rağmen, rejimin korunması adına öcü olarak nitelendirilen insanların, maddi ve manevi varlıklarını imha etme yöntemine halen başvurulmaktadır. Çocuk eğitiminde masum bir yetiştirme hatası olarak görülen öcüden korkutma yöntemi, bir devlet politikası haline getirildiğinde, ardında sadece kan, gözyaşı ve yıkım bırakmıştır.
Rejimlerin ürettiği öcüler Nitekim, nasyonal sosyalist dönemdeki Yahudi soykırımı, Stalin döneminde rejim muhaliflerinin kitle halinde imha edilmesi, insanlık tarihinin en kanlı cadı avları olarak tarihe geçmiştir. İnsanı bir amaç değil bir araç olarak gören bu tür rejimlerin ortak yanı ise, özellikle ceza hukukunu kötüye kullanmalarıdır. Bu kötüye kullanma sürecine, önce çeşitli propaganda yollarıyla öcüler yaratılarak başlanmakta ve toplumda öcülere karşı bir linç psikolojisi oluşturulmaktadır. Daha sonra peşinen suçlu olarak ilan edilen "öcüler" bir biçimde "yargılanarak" mahkum edilmektedir. İşte öcüler hukuku dediğimiz de bu tür uygulamalar sürecidir. Geçmişten günümüze hukuk devleti niteliği taşımayan veya bundan sapan her rejimin bir veya birkaç öcüsü olmuştur. Nasyonal sosyalist rejimde bu öcüler Yahudiler ve komünistlerdi. Öyle ki Nazi Almanyası'nda çıkarılan "kan ayıbı kanunu" ile Almanların Yahudilerle evlenmesi suç haline getirilmişti. Yahudiler "kamusal alanda" bulunurken, Yahudi oldukları belli olsun diye 6 köşeli yıldız işareti taşımak zorundaydılar. Bu yıldızın takılmaması suçtu. Bir kimsenin Yahudi'nin evinde çalışması, yabancı radyoların dinlenilmesi de yasalarla cezalandırılan eylemler sayılmıştı.
Teknik değişti, sonuç aynı Sovyetler Birliğinin öcüsü ise halk veya proletarya sınıfı düşmanlarıydı. O dönem ceza kanunlarında suç, "İşçi köylü sınıfının sosyalist devletini tehlikeye sokabilecek davranışlar" olarak tanımlanmaktaydı. Bu geniş tanım sayesinde rejime muhalif herkes suçlu sayılabiliyordu. Küçük bir itirazda bulunanlar dahi kurşuna diziliyordu. Örneğin Stalin dönemimin ünlü hukukçularından ve anayasa komisyonu üyesi Pasukanis Eugen "öz eleştiri" yaparak, bilimsel eserlerinde ifade ettiği görüşlerinin yanlış olduğunu itiraf etmesine rağmen, kurşuna dizilmekten kurtulamıyordu. Çağların değişimiyle teknikler değişse de, öcü ve linç psikolojisi yaratarak imha ve tasfiye etme yöntemi değişmemektedir. İran'da Şah döneminde, komünistler ve Humeyni taraftarları işkencelere tabi tutulurken, Humeyni İranı'nda rejim muhalifleri, "en büyük şeytan Amerika" öcüsünün işbirlikçisi olarak idam ediliyordu. Saddam rejiminde kimyasal silahlarla katledilen Kürtler, kurşuna dizilen Türkmenler; 22 yıl önce Sabra ve Şatilla kamplarında İsrail Askerleri ve Hıristiyan Milislerce öldürülen çocuk, kadın yüzlerce Filistinli, hepsi öcüler hukukunun kurbanlarıdır. Son zamanlarda "terör öcüsü" ile mücadele adı altında, Irak'taki işkenceler, Telafer'de Türkmenlerin ABD uçaklarıyla bombalanması gibi olaylar, insan onurunu temel değer olarak görmeyen yönetimlerin uygulamalarıdır. Acaba ülkemizde hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkeleri ne ölçüde hayat bulmuştur? Bu soruyu da irdeleyeceğiz.