Son 3 yıldır annemi izliyorum ve neden çalışmayı bu kadar çok sevdiğimi anlıyorum. Yıllardır, çalışmamamın, evde oturmamın olanaksız olduğunu düşünürüm. Eşimden ayrı olmama ve kızımı tek başıma büyütmek zorunda olmama karşın, çalışmaktan çok zevk aldığım ve iş yaşamımı çok ilginç bulduğum için hep suçluluk duydum. Bu duygularım, elbette 1960'larda küçük çocuğu olan annelerin genellikle iş yaşamından uzak durmalarından kaynaklanıyordu. Kızım Diana'nın anne babası boşanmış ve annesinin öğleden sonra erkenden yuvadan almadığı tek çocuk olduğunu hiç unutmuyorum. Onca yıl sorunumun ne olduğunu düşündükten sonra, annem, para kazanmanın ötesinde, çalışmanın benim için neden bu kadar önemli olduğunu anlamama yardımcı oldu. Bunu da bir örnekle sağladı. Bir gün annemden müşterilerimden birinin şirketinin zarflarını hazırlamasını istedim. Annem görme yetisini çok geç yaşlarda, 70'lerde yitirdiği için, Braille alfabesini ya da görme özürlülere öğretilen diğer becerileri öğrenmeye hiç istekli değildi. Sonuç olarak, çok bağımsız ve hep kendisine yeten bir insan olduğu için de, günlük ve tek düze işlerinin dışında pek fazla sorumluluk üstlenmeye gönüllü olmuyordu. Kendisinden istediğim bu yardım konusunda da, tahmin edebileceğiniz gibi pek gönüllü davranmadı. Oysa, ben onun el becerisine, motivasyonuna ve enerjisine yürekten inanıyordum. Üstelik bu iş, onun için hoş bir deneyim olacaktı. Ne mi oldu? Artık annem haftada 2 kez yaptığı bu işi, artık dört gözle bekliyor. Yerleştirdiği her 100 zarf üzerinden kendisine belli bir para ödendiği için, artık giderek daha fazla çalışıp, ek bir gelir de elde eder oldu. İşinin başına geçtiği anda, annemin değiştiğini gözlemliyorum. Televizyon izlemekten duyduğu bıkkınlık artık yüzünde okunmuyor. 85 yaşındaki bir kadının hareket yeteneğiyle, masanın üzerine yığdığı zarfları ve zarflara yerleştirilecek postayı büyük bir hızla eritip tüketiyor. Önündeki yığın ne kadar büyük olursa, sanki daha mutlu oluyor. Bazen bana, gönderilecek postanın "Büyük zarfı mı, yoksa küçük zarfı mı gerektirdiğini" soruyor. "Büyük" dediğim zaman mutlu oluyor, çünkü o zaman daha hızlı çalışabiliyor. Düzenli olarak yapacak bir işinin olması dışında, para kazanıyor olmaktan da çok mutlu. Bu işe başladığından bu yana, arkadaşlarıyla konuşurken para kazandığını gururlu bir biçimde dile getiriyor. Çevresinde bulunan herkes, artık annemin bir işi olduğunu biliyor. Geçen ay kız kardeşimle beni ziyarete geldiklerinde, benden izin alıp alamayacağımı öğrenmemi istedi. İzin istemek sadece onun iş ahlakının göstergesi değil, aynı zamanda sorumluluk üstlendiğinin ve hala işe yarar bir insan olduğunun kanıtı. Hepimiz gibi o da yaptığı işin bir anlamının olduğunu bilmek istiyor. Annem bu işe başladığı zaman önce çok korktu. Şimdi ise, işin kendisine yetmediğini, bir sonraki postanın ne zaman geleceğini soruyor sabırsızlıkla. İşe ilk başladığında postayı zarfın içine eksiksiz yerleştirebilmek için ataç kullanması gerektiğine inanıyordu. Bu durum, onun için zor olacaktı. Şimdi her türlü zorluğa göğüs gerebileceğine inanıyor. Yapıştırılan zarflar yerine, telli zarfları tercih ediyor. Özel bir biçimde katlanması gereken postalar en sevdikleri. İşinin başındayken, "Görmem gerekmiyor ki" diyor hep... Annemden öğrendiğim en önemli şey, bir işim olmazsa çıldırabileceğimdir. Artık amaçsız olmanın, can sıkıntısının ve kişinin kendisini işe yaramıyor hissetmesinin, dünyanın en kötü duygusu olduğunu biliyorum. Her şeyden öte, işe yarama duygusunu tadabilmek... 30'lu yaşlarımdaki duygularım böyledi, orta yaşımda da aynı duyguları yaşıyorum ve eminim annem gibi 80'li yaşlarıma gelirsem, aynı duyguları yaşayacağım. Bu duygumdan bir an için şüpheye düşsem, annemin "Bana iş getirdin mi?" sorusu, beni kendime getiriyor. Annemin önüne koyduğumuz yemek kadar, işine gereksinimi var. Bana hiç kimse çalışmamın değeri hakkında annemin öğrettiklerinden fazlasını öğretemedi. Ve hiç kimse annemin hala bana öğrettikleri kadar çok şey öğretememiştir. Kaynak: Tavuk Suyuna Çorba BİTTİ