Her insanın hayatında en az bir defa yaşadığı bunalım dönemleri vardır. En çok da gençlik döneminde görülür bu bunalımlar. Sanırım ortaokulda yaşadığım da bunun gibi bir bunalımdı. Okul değiştirmiştim. Arkadaşlarım, öğretmenlerim, hepsi yeniydi ve gözümde sadece bana hayatı zorlaştıran varlıklardı. Her gün yataktan büyük bir mutsuzlukla kalkıyor ve okula gitmemek için anneme mazeretler sıralıyordum. Hafta sonu gittiğim kursta da durum pek farklı değildi. Bunların haricinde bir de her hafta cuma günü gitmek zorunda olduğum haftalık sınavlar vardı ki, beni en çok çileden çıkartanlar bunlardı. Ama bu cuma günkü sınavlardan birinde öyle bir şey dikkatimi çekti ki, beni kendime getirdi. Yine isteksizce sınava gittiğim bir gündü. Boş sıralardan birine oturdum ve sınavın başlamasını beklemeye başladım. O sırada kapıdan giren iki kişi dikkatimi çekti. Bunlar tekerlekli sandalyede oturan, benim yaşlarımda bir genç ve besbelli ki onun babasıydı. Çocukta tam olarak ne olduğunu bilmediğim bir hastalık vardı. Yürüyememesinin yanı sıra, bedeninin üst tarafını da tam olarak kullanamıyordu. Yanıma yaklaştılar ve sandalyeye oturan çocuk, "Yanına oturabilir miyim?" dedi. "Evet" diyebildim zorlukla. Bunun üzerine babası oğlunu kucakladı ve yanıma oturttu. Ben merak ve korku arası bir duyguyla onu süzerken, o sıcacık bir gülümsemeyle bana döndü ve "Kaça gidiyorsun?" diye sordu. "Orta 1'e, ya sen?" diye sorduğumda ise orta 3'e gittiğini, bu yıl sınava gireceğini söyledi ve ekledi: "Aslında böyle babama yük oluyorum ama iyi bir okula gitmek istiyorum, o yüzden her hafta sonu sınava geliyorum." Bu duyduklarım yıllar sonra bile bana yol gösterip, cesaret verecek sözlerdi. "Zor olmuyor mu?" diye sordum şu cevabı verdi: "Hayır, çünkü yaşamayı seviyorum!" Tam bu sırada soru kitapçıkları dağıtıldı. O benden önce soruları bitirip çıktı ve başka bir şey konuşmadık. Oysa onun sözleri beynimde yankılanıp duruyordu. Bunca zorluğa rağmen, her şeye göğüs gerip, hayalini gerçekleştirmek için çabalıyordu. Ve ben o anda, her imkanım olmasına rağmen ve en önemlisi sağlığım yerindeyken, böyle hoşnutsuz olduğum için kendime çok kızdım. "Acaba hangimiz ailemize daha çok yük oluyoruz?" diye düşündüm. O günden sonra her hafta sonu onun sınava girdiğini gördüm. Onun bu azmini görünce kendimden utandım. Derslerime çalışmaya başladım. Yavaş yavaş üzerimdeki sıkıntılı havayı attım ve artık daha büyük şeyleri başarabileceğime inanmaya başladım. Ve 2 yıl sonra çok iyi bir okulu kazandım. Çoğu zaman içten içe bana bu azmi veren bu gence teşekkür ettim. Onu bir daha görebileceğimi sanmıyordum ama yanılmışım... Tam 4 yıl sonra gördüm onu. Ama bu kez televizyonda. Yıllar önce bana karanlıkta adeta bir ışık olan azmi, bu kez bir haber programına konu olmuştu. Bu yıl üniversite sınavına girdiği ve elektrik mühendisliği bölümünü kazandığını söylüyordu spiker. Ve beynindeki tümörün git gide büyüdüğünü. Gelecek yıl yine üniversite sınavına gireceğini söylüyordu. Çünkü bilgisayar mühendisi olmaktı hayali. Spiker son olarak bu azmini neye borçlu olduğunu sorduğunda da verdiği cevap, yıllar önce duyduğumun aynısıydı: "Yaşamayı seviyorum!" Bu sözü duyar duymaz bir kez daha şu sözlerin doğruluğuna inandım: "Kazanmak istiyor ama bunu yapamayacağımı düşünüyorsan, kazanamayacağın neredeyse kesindir. Mücadele etmek yalnız güçlü insanlara özgü değildir. Ama er ya da geç kazananlar, kazanacağını düşünenlerdir." (Kaynak: Tavuk Suyuna Çorba) BİTTİ