Bir kadın, oğlunu ameliyat ettirdi geçen hafta. Otobüsle evine geliyordu. Otobüsler, yoksul insanların evidir. O otobüslere kimlerin oturması gerektiğini onların bildiğini sanırım. Hep yanılırım. 17 yaşındaki delikanlının ameliyat edilen kafasından kan akıyordu da, anası gibi ayaktaydı, otobüsün bir yerinde. Oturan delikanlılar görmezlikten geliyordu, babalar sokaktan geçenleri sayıyordu da, bir gün kendi oğullarının da oturmaya ihtiyacı olabileceğini düşünmüyorlardı. Ülkemizin gelenekleri bunu emrederdi aslında. Ama kaç yıldır ekilen tohumlar, semeresini vermişti de, ihanetin hasat zamanıydı artık. Günlerden cumaydı, trafik Allahsız saatlerinden birini yaşıyordu İstanbul'da... Bir ana omuz veriyordu oğluna, başı kanlı oğulun ayakta duracak hali yoktu. Bir kadın kağıt mendil uzattı onlara. Sadece o kadar. Maçlarda ana avrat söven, delikanlılığın kitabını yazan otobüsün ateşli gençleri, Laila'da dans ediyordu o sıra. Duraklardaki kadınlara cin gibi bakıyorlardı da, otobüsün içindeki kafası kanlı delikanlıya, bakarkördü hepsi. Onlar, kucağında çocukla otobüse binen analara karşı da öyleydi. O yüzden anası ağlıyordu bü ülkenin. Zalim bir saadeti var onların, otobüs yolculuklarında da, attıkları adımlarda da... Ruhlarındaki melekleri öldürenler, ne saygıyı biliyordu artık, ne sevgiyi... 3 saat boyunca, sararmış yüzü, başından akan kanla yolculuk eden o gence, bulutlardan beşik yaptı anası. Kafası yaralı olsa da, ikisi de dimdik bir ruhla girdiler evlerine. Oturduğu yerden kalkmayan sözde delikanlılar da, kıçlarının altında berbat bir ter kokusu ve onursuz bir sınav kağıdı bıraktılar, otobüsün içine.. Hayat bilgisi dersinden yine sınıfta kaldılar. Siz onları maç muhabbetlerinde göreceksiniz. Onlar, geleneklerini yitirmiş bir ülkeden kalan en berbat gerçeklerdir. Otobüslerden inip, şehrin her köşesine dağılırken, "vebanın fareleri" gibi mikroplarını yayarlar. Ve bizler onlar için kendimizi yakarız ya... İşte ben de buna yanarım!