Bir yaz günü, yetiştirdiği hayvanların arasına birkaç tane de kaz ilave etmeyi düşünerek, karşı yakadaki kaz çiftliğine gitmek üzere yola çıkan Yüksel Bey, hiçbir zaman kaçırmadığı feribotu kaçırır. Bir sonraki feribotu beklemeyi gözü yemeyince de, geri dönmeye karar verir. Dönüş yolunda otomobiliyle ilerlerken, ne tesadüf ki, bir kaz sürüsüyle karşılaşır. Kazları takip ettiği takdirde, kendisini mutlaka ait oldukları yere götüreceklerini düşünerek, peşlerinden gitmeye başlar. Derken, bir yol ayrımında sürü ikiye ayrılır, bir grup kaz sağa giderken, diğer grup düz devam eder. Yüksel Bey bir an tereddüt ettikten sonra, sağa sapan kazları izlemeye karar verir. Kazlar sonunda ağaçların arasına gömülmüş, küçücük bir evin önündeki tahta çitlerin arasından geçerek içeri girerler. O sırada, evin kapısı açılır ve yaşlı bir kadın dışarıya çıkarak kazları karşılar. Yüksel Bey, otomobilden inerek kadının yanına gider ve kazlarını satın almak istediğini söyler. Yaşlı kadın, Yüksel Bey'e bakar ve ardından gözlerinden akan yaşlara hakim olamaz: "Ne zamandır bu kazları satmaya niyetliyim. Tek derdim, onları satıp içeride aylardır hasta yatan kocama ilaç almak. Ama ne bir yere gidecek halim, ne de onları satacak birini bulacak gücüm var. Dün gece sabahlara kadar ağlayarak yakardım. Seni Tanrı yolladı bana oğlum" der. Yüksel Bey, kazlara yaşlı kadının hayal bile edemeyeceği bir fiyat ödediği gibi, ertesi gün oraya bir doktor götürüp kocasını muayene ettirir ve ilaçlarını alır. Yaşamda tesadüf diye bir şey yoktur. Bizler, sahip olduğumuz enerjilerle her türlü olayı, kişiyi durumu kendimize çeker ve o enerjilerin niteliğine göre olumlu ya da olumsuz şeyler yaşarız. Hayatın sadece beş duyumuzla algılayabildiğimiz şeylerle sınırlı olmadığını anladığımızda, unuttuğumuz içtenliği ve dürüstlüğü bize yaşatacak olan başka bir dünyaya da adım atmış oluruz.
Kertenkele
JJaponya'da, Osaka şehrinin tepelerindeki görkemli bir evde yaşanmış bir hikayedir bu... Bay Hiraşi, Osaka'nın en varlıklı insanlarından biridir. Hayata yoksul bir adam olarak atıldığı günlerden beri, kendisini sevmekten başka bir suçu olmayan karısını terk edip, yeni bir hayata başlar... Parayla gözleri kamaştığı için sevginin ışığını göremeyen bu adam, karısının yalvarmalarına aldırmadan, güzeller güzeli bir geyşa olan Nasari için, büyük bir ev tutar. Gururlu Bay Hiraşi, evin mükemmel olmasını istemekte, geyşasının bütün kaprislerini yerine getirmektedir. Evin 2 odasını birleştiren bir duvarın, görkemli bir salon için yıkılmasını ister geyşa. Bay Hiraşi, bizzat işçilerin başında durarak, bu isteğin yerine getirilmesini izler. İşçiler 2 tahta ve arasındaki boşluktan oluşan duvarı yıkmaya başlar. Bir süre sonra işçilerden biri, elindeki keskin uçlu bıçakla donakalır. Herkes durmuştur. İşçi, duvarın altında büyük bir mucize görmüştür. Bir tesadüf eseri, duvara çakılan bir çivi irice bir kertenkeleyi kuyruğundan yakalamış, oraya çakılıp kalmasını sağlamıştır. Ancak kertenkelenin yaşamasına hiçbir anlam veremez. Bunu bir uğursuzluk sayıp, hemen kaçıp giderler. Evin bir an önce tamamlanmasını isteyen Bay Hiraşi'nin, bu kertenkeleye canı sıkılmıştır. Yine de kertenkeleye bakmaktan kendisini alamaz. "10 yıldan beri boş duran bu evde, bu kertenkele nasıl hayatta kalır?" diye sorar kendi kendine. Kertenkelenin gözlerinde ne bir korku, ne de keder vardır. Çakılı kaldığı yerde büyük bir sükunetle beklemektedir. Hiraşi, kertenkele ile birlikte neyi beklediğini bilmeden beklemeye başlar. Saatler geçer. Hava kararmaya yüz tuttuğunda, bir hışırtıyla düşüncelerinden sıyrılır. Ağzında bir tutam otla bir kertenkele çıkagelmiştir. Ve otları, kuyruğunda çiviyle duvarda, sonsuza kadar beklemeyi kabullenmiş kertenkelenin yanına bırakır. Bay Hiraşi, o anda kalbinden yayılan acıyı hisseder. Gözlerinde yaşlar birikmiştir. Çöktüğü yerden kalkıp, kertenkeleyi çivisinden kurtarırken, "Ben ne yaptım?" diye sorar kendi kendine. "10 yıl boyunca bu kertenkeleyi hayatta tutan sevgiyi, elimin tersiyle nasıl ittim?" Dışarı çıkar, beklemekte olan işçilere evi artık istemediğini, işlerinin bittiğini söyler. Evine, karısına dönmek için sokakları hızlı adımlarla geçer. Yüreğinde giderek büyüyen bir sıkıntıyla evin kapısına ulaştığında, tıpkı kertenkeleyi o duvara yapıştıran çivi gibi çiviyle iliştirilmiş bir kağıt bulur. Karısının yazısını tanımıştır: "Ölmek değil, senin, ölümümü bu kağıttan okuman beni üzüyor..." BİTTİ