Haziran ayının üçüncü pazar günü boş kalmış olmalı ki, onu da "Babalar Günü" yapmışlar.. Hediye üzerine kurgulanmış, "Dostlar alışverişte görsünler.." kabilinden bir gün işte.. Hani "Analar Günü"nün yanında babaların da hatırları kalmasın diye makaradan bir kıyak çekme tatavası.. Ama ötekinin, "Anneler Günü"nün yanında esamesi bile okunmaz.. Reytingi sürünmelik.. Normal yaşamda, hele günümüzde, babalığa pek kulak asma.. Haa, yeraltı dünyasında sana öyle diyorlarsa, o zaman başka.. Televizyonlarda bir balık reklamı.. Küçük bir kızın dış sesi.. "Ben de babama iyi bakacağım.. Ona balık alacağım.." İyi, al bari.. Gazetelerde başlıklar.. Biri manşetten, şimşir harflerle atılmış.. "Babalar kraldır.." Yersen!. Babalara, bebelere balonnn! Yılkı atı babalar.... Şimdiki zamanlarda azımsanmayacak kadar çoktur; ataların, babaların yollara, sokaklara bırakılmaları.. Yağmurlara, karlara, çamurlara.. Viranlara, viranhanelere.. Kapı ağızlarına, oralara, buralara.. Gözleri gizli ağlamalardan kan çanağı ihtiyarlarını, kocamışlarını silkeleyip atıyorlar başlarından, çok acımasız, en acımasız şekillerde.. Tıpkısı tıpkısına, güçten düşme eskinin güzel, güçlü atlarının YILKI'ya bırakılmaları gibi.. "Var git, kendi başının çaresine bak, bizden artık sana hayır yok.. Senden bize olmadığı gibi.." dercesine.. Yalnızlıklara, kahır gecelere, bitmez-tükenmez günlere bırakıyorlar, öyle selamsız, sabahsız ve sevgisiz.. Elleri titrek, bacakları sarsak bu kişilere, son demlerinde olmazca cehennem azapları yaşatıyorlar.. Bunlar, ama şöyle, ama böyle atmasyondan da olsa bir "Babalar Günü"nde edilecek laflar değiller belki ama, ben ediyorum.. Söylediklerim gerçek dışı mı? Günümüzde, o konuda da "kedi bokunu örter gibi" yapılan hataların, yanlışların, acımasızlıkların üstünü örtmekte çok baskın niceleri..
***
Anadolu'da; zamanlarını doldurmuş, pek bir işlere yaramaz hallara gelmiş, yaşlı-yorgun atları, kuş uçmaz, kervan geçmez yerlere bırakırlar sahipleri. Artık kendilerine masraf ve zahmet olmasınlar diye.. Buna "yılkı"ya bırakmak denilir.. Oralarda, genelde, ölmeye dururlar.. İstanbul'da kaderleri değişiktir.. Bıçağa yatırılırlar.. Bir zamanlar nasıl doludizgin koştuklarını.. Nasıl, şaha kalktıklarını.. Yelelerinin rüzgarla nasıl dalgalandığını.. Ve sonraları arabalara koşulduklarında, nasıl dünyanın yükünü aç bilaç taşıdıklarını.. Ve bir zamanlar insanlarla olan can yoldaşlıklarını.. "Yılkı"ya bırakılmış atlar, o günleri düşlerler zannımca terk edildikleri o ıssızlıkta.. Kaburgaları dışarı fırlamış, artık ayakları üzerinde durmaya mecali kalmamış, o geçmişin yaman güzel mahlukatı, eski görkemli günlerine ağlarlar mı acep? Bilinmez...
İnsan halleri.. Bu iş at kısmında böyle de, Anadolu'da onlara bu muamele çekilmekte de; genelde İstanbul'da insan kısmının yaşlısına, kocamış atalara, babalara değişik bir şeyler mi yapılmakta sankim? "Darülaceze"den başlayarak gezin dolaşın, isimleri ne olursa olsun, ister "Huzurevi", ister "Düşkünler Yurdu", bir dolu mekanları.. Oralarda "yılkı"ya çıkartılmış çok babalar görürsünüz, bulursunuz.. Benim merakım olmuştur hep, yukarıda saydığım yerlere atılmış, bırakılmış, koyuverilmiş, terk edilmiş çoğu baba kişilerin; geceleri, artık renkleri sararmaktan öteye geçmiş, eski fotoğrafları gizli gizli seyredip çok sessiz ağlamaya koyulmalarına, etraflarındaki dört duvarlar, camlar, çerçeveler, yastıklar, yorganlar nasıl dayanmaktadırlar acep?
***
*
Bu dünya, epey bir zaman var ki çokça puşt bir dünya.. Verdiğin, yedirdiğin, içirdiğin, koruduğun, kolladığın zaman, "BABA" diye namın yürür.. Hem yer altında, hem yer üstünde bu böyledir.. Bitti mi? Bittin arkadaş?
Cebe dikkat..
Sözüm, daha bebe, ya da hala sıçırtkan, baba parasıyla oralarda buralarda delikanlılık oynayanlara değil.. Onların elleri mahkum.. Onlar daha kaniş, onlar daha fino.. Benim sözüm, artık bir yerlere gelmiş, çuluçarığı düzmüş birilerinin, bu "Babalar Günü"nde kendilerine fazlasıyla gereksinmeleri olan babalarına, atalarına sevgice bir yaklaşımda bulunup bulunmayacakları? "Bizim moruk..", "Bizim ihtiyar", "Bizim papaz" tanımlamaları için mübarek "Babalar Günü"nüz kutlu olsun.. Bu arada, elinizi öpme ayağıyla gelip emekli maaşınızı götürmeye kalkışacaklara da dikkat.. Tekmili birden, ottan-boktan bir yazı oldu.. Ama ne yapar, ne eylersin, bu böyle: "Neden sonra farkına varıyorsun Etrafındaki korkunç ıssızlığın Yar olsun, dost olsun, ne arıyorsun Adresi belli mi vefasızlığın Aşk, dostluk! Hepsi dökülür yapraklar Çıplak bir ağaç durgun suda aksin Yalnızlık dediğin hayatla başlar Kabir boyunca devam etmek için.."