Yaşar Kemal, dünyanın kaymak tabakası gazetecilerinin katıldığı "Dünya Gazeteler Birliği Toplantısı" nda (WAN), çıktı, konuştu ve söyledi ki: "Kimi yer, kimi bakar../Kıyamet ondan kopar.." Sonra anlattı ki: "Yoksulluk dünya genelinde artıyor.. Dünyanın en zengin ülkesi ile en yoksul ülkesi arasında korkunç bir uçurum vardır.. Bir lokma ekmeğe muhtaç bu insanlar kimlerdir? Bunları bilmek zorundayız.." Yaşar Kemal'in konuşmasının üzerinde pek durulmadı.. Hafiften burun bile kıvırdılar.. Anlattıkları, bazılarınca hafif bulundu.. Bu, bizde hep böyledir.. Egemen güçler, ağalar, beyler, ballılar, kaymaklılar; yoksulluktan açlıktan bahsedilmesinden pek haz etmezler.. Kimileri görmemek için o korkutucu gerçeği, başlarını kuma gömerler.. Kimi paranın efendileri, öyle laflar edenlerin defterini dürmeye bakarlar.. Argumanları, "Aman canım, sıktı artık bu yoksulluk edebiyatı.. Başka konuşulacak şey yok mu?"dur.. Oysa görürler, görmezden gelirler.. Bilirler, bilmezden gelirler.. Çoğu çok tokturlar, aç hallerinden anlamazlar.. Gel gör ki, günümüz dünyasında ve tabii bizde de, yoksulluk ölüm kadar gerçektir.. Fazlasıyla vardır.. O yüzden hikayesi de, romanı da, şiiri de, velhasıl edebiyatı da olmak gerekir.. Biraz eskilerde, açlıktan ve yoksulluktan bahsedenlerin, değil anasını, yedi sülalesini ağlatırlardı.. En basitinden "komünist" diye fişlenirdin ve çekmediğin kalmazdı.. Bakın 1950'li yılların başlarında, o konuda "kedi"leri konuşturmuş Orhan Veli bir şiirinde: Kuyruklu Şiir.. "Uyuşamayız, yollarımız ayrı Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi Senin yiyeceğin kalaylı kapta Benimki aslan ağzında
Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik.. Ama seninki de kolay değil, kardeşim Kolay değil hani Böyle kuyruk sallamak tanrının günü.." Ve "öbür tarafın kedi"sinden bildik, tanıdık cevap gelmiştir:
Cevap.. "Açlıktan bahsediyorsun Demek ki sen komünistsin Demek bütün binaları yakan sensin İstanbul'dakileri sen Ankara'dakileri sen.. Sen ne domuzsun, sen!"
***
Televizyonlarda, gazetelerde; çoğunlukla tokların şenşakrak maceraları vardır.. Doğu, Güneydoğu bir yana, bu İstanbul'da açlık kol gezmektedir aslında.. Her türlü yozlaşmaya, her türlü pisliğe yol veren bir açlık.. İstediğin kadar saklamaya, gizlemeye, üstünü örtmeye, görmezden gelmeye çalış, açlık ve yoksulluk, hele gelip baş köşelere oturan işsizlikle birlikte çığlıklar atıyor, korkutucu ürkütücü.. Bu ulu mabetler kenti İstanbul'da, çöplüklerden ya da artıklardan beslenen Müslüman sayısı, öyle bilmezlerin sandığınca az-buz değil.. O, bir yerlerde arada sırada dağıtılan bir kilo pirinç, iki kilo bulgur için insanların birbirlerini çiğnemesi.. Açlık marazlanmalarından doğan hastane kuyrukları.. Bir yeni baştan hortlayan verem.. Çeteleri, hortumcularu, falan-filanları temizlersiniz.. Ama açlığa gelince? O yüzden söylenmiştir o atasözü: "Biri yer biri bakar../Kıyamet ondan kopar.." Ve de şimdilerin yoksulluğu eskisince değil.. Günümüzde yoksulluk çok vahim boyutlarda.. Ve devede kulak olsa da, varsıllık aynı şekillerde.. Sorun, gözardı edilecek bir sorun değil.. Onu kedi bokunu örter gibi örtmeye çalışmak da iş değil.. Ali Kırca, atv'de günlerce İstanbul'daki hırsızlıklardan örnekler verdi.. Gece-gündüz demeden bir yerler soyuluyor.. Hırsızlıkların belki açlıktan, yokluktan, yoksulluktan değil ama, onun da büyük bir payı var.. Artık, demir-çelik kapılı, pencereleri alarmlı evlerde oturmaya başladık.. Bela kapımızdan ne zaman girer bilinmez.. Şimdi açlığın yoksulluğun getirdiği öç duygusunu, bir acımasızlığı da göz ardı etmemek gerek.. Ve hala "Açlık edebiyatı yapma.." diyen bazıları..
Özdeşleşmek.. Şimdi söyle: Ben ne zaman gazetelerde açlığın peşi sıra koşuşturan bir çocuk görsem; ekranlarda böyle bir görüntüye yakalansam, o çocukla özdeşleşirim..
Onu fotoğraf karesinden ya da televizyondaki görüntüsünden alıp, yerine kendimi korum.. Ya annesinin yanında aş kuyruklarında bekleyen, ya bir kamyondan dağıtılan makarna paketlerinin ardından seğirten, bazen de bir sandeviç artığı bulmak için çöp bidonlarını karıştıran, işte böyle bir çocuk olurum.. Bunlar bizim ellerde çok görülen manzaralardır ve o çocuklardan biri olmakta hiç zorlanmam.. Fark etmez, bazen de Filistin'de, Irak'ta tanklara, uçaklara yalın ayak, başı kabak taş atan bir başka çocuk.. Belki de fakir-fukaraya bedava aş dağıtan bir imarethanenin kapısında iki kap yemek için anasıyla birlikte bekleşen biri.. Anamın elinde, bir fakir-fukara belgesine dayanılarak verilmiş günde bir kap yemek alabilme kartı.. Ve yoksulluğu imzalarla, mühürlerle kayda geçirilmiş bir çocuk olarak ben.. Ve ah o ben, gelecekte acep hangi devamlı kaş çatışlarla, durduk yerde dalıp dalıp gitmelerle, öfkeli susmalarla ve de yüzünde hangi erken çizgilerle ödeyeceğim çekilmiş o acıların faturalarını..
***
Anamın ben kapları alırken utançtan kıyılarda köşelerde bekleşmesini de, içleri kahır dolu o yalan gülümsemelerini de, gelecekte nasıl kusacağım dışarılara.. Büyüdüğümde ki eğer, bu günleri devamlı anımsarken, susası bitmeyen çağrışımlara kaç kulağımı tıkayacak, kaç gözlerimi yumacağım.. Ve acep ne zaman anlayacağım ileriki yaşamlarındaki en yorgun, en yılmış, en devamlı küskün, en bitkin hamalların, o çok yoksul çocukluklarını sırtlarında taşıyanlar olduklarını.. Bu şimdiki, böylesine çocukluğum, ileride öldürmeyecek mi geleceğimi.. Yaşamdan haz almam olası mı artık?
***
Anam ki; içinde çiçek yerine kahır büyüten, kuş diye keder besleyen fakir, garip anam.. Biz çocuklarıyla birlikte açlığın eskittiği anam.. Ben, o günlük nafakamızı alıp eve dönüş yollarına düştüğümüzde hiç ses etmeyen, arada bir gizli-saklı ağlayan anam..
***
Yaşar Kemal'in o WAP konuşmasına, "Hafif bir konuşmaydı.." diye dudak bükenler, burun kıvıranlar.. Açlık hallerine çok yabancı birileri.. "Biri yer, biri bakar../Kıyamet ondan kopar.." deyişini tınmayanlar.. O hep paralı dünyanın insanları.. Bugünlerde temas kurabilirsem, "Yafu, Yaşar Abi, bir başka atasözünü unutmuşsun.. Keşke onu da söyleseydin.." diyeceğim.. O bana muhakkak soracaktır: "Neymiş ulan o?" Ve ben o atasözünü hatırlatacağım.. "AÇ, ANAN BİLE OLSA KAÇ!."