Gazetede "Kürdistan sözüne beraat" haberini okuyunca içimiz sızladı. Renkler ve kelimelerle raks ederek ülkemiz insanlarını birbirinden kopartmaya çalışanların yeni bir mevzi kazandıklarına mı yanalım, yoksa devletimizi kuran Atatürk'ün arkasına saklanıp kıvırtmanın en şaheser örneklerinden birini daha gerçekleştirenlerin iki yüzlülüklerine mi şaşalım! Habere göre, İnsan Hakları adındaki derneğin Bilgi Üniversitesi'nde düzenlediği etkinlikte "Bingöl, Kürdistan'ın savaş acılarını en yoğun yaşamış kenttir, bu kez de deprem yaşadı" şeklindeki konuşmasından ötürü İstanbul DGM'de yargılanan İHD Genel Başkan Yardımcısı Eren Keskin, beraat etmiş. Keskin, geçmişte Atatürk'ün de "Kürdistan" kelimesini kullandığını belirterek "Bu devletin kurucusunun kullandığı kelimenin suç olduğunu düşünmüyor ve aynı kelimeyi kullanıyorum" demiş. Bu savunmayla da mahkemeden beraat kararı çıkartmaya muvaffak olmuş. Allah selamet versin; tabii ki hukukun verdiği kararı eleştirmek ve hukukçularımızı tahlil etmek gibi zerrece bir düşünceye sahip değiliz. Hukukun sağlıklı biçimde çalışıp işlemesi ve hukukçularımızın da duygularına göre değil, anayasal ve yasal metinlere göre hareket etmeleri gerektiğine yürekten inanıyoruz. Eren Keskin'in de böyle bir bakış ve sonuçla mahkemeye safahatından kendince "zafer" elde ettiğini görüyor ve kutluyoruz!
Atatürk de kurtulur! Dolayısıyla "Kürdistan" kelimesinin kullanılıp beraat etmesinden çok, yaşadığımız süreçte hangi kelime oyunlarıyla hangi mihraklarla mesaj alışverişine girildiğini ve yeni mevziler kazanıldığını bugüne kadar yaşadıklarımızdan ders aldığımız için içimiz sızladı. Atatürk'ün o kelimeyi hangi şartlar ve dönemde kullandığı çok açık iken ve aynı Atatürk o ve benzeri kelimeleri kaldırıp Anadolu coğrafyasında milli ve üniter bir devlet kurarken, hukukumuz da aynı duygu ve heyecanlarla bekamızı perçinliyordu. Aynı Atatürk "Bu devleti kurduktan sonra" o kelimelerin millet olarak önümüze nasıl tuzaklar oluşturduğunu defalarca göstermiş ve Nutuk'da da yer vermişti. Gözü kör olsun; ister demokratikleşme, isterse uyum yasaları adı altında veya ne sebeple değiştirilmiş, geliştirilmiş yahut kaldırılmış olsa da, mevcut hukuk gömleğinin şartlarımızla örtüşmediği aşikar. Bu gömlek, kimi zaman dar, kimi zaman da bol geliyor. Bunu bizzat hukukçularımız da beyan ediyor ve yasama organından talepte bulunuyor. Onun için yüreğimiz sızlıyor ve bütün köşeleri ile sarsılmaz bir bütünün ifadesi olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti üzerinde oynanan oyunlardaki mantık silsilesine hayret ediyoruz. Oldu olacak, bundan böyle ülkemizin bölgelerini ifade ederken coğrafi terimleri atalım ve etnik bakışa göre sınıflandıralım. Hatta, parçalanmış Türkiye peşinde koşanların isteklerine göre isimler verelim. Böylece suç sayısında azalma, mahkeme dosyalarında da hafifleme olur. Devletimizi kuran iradenin başı Atatürk de yalan ve riya ile anılmaktan kurtulur!